Güzel ülkemiz baştan başa bir açık hava müzesi... Bunu gezip gördükçe daha iyi anlıyor ve özümlüyorum. Güneydoğu yolculuğumun Mardin ve Şanlıurfa'dan sonra yeni durağı Adıyaman... Pırıl pırıl, masmavi bir gökyüzü altında uzanan uçsuz bucaksız yeşillikleri, ekili tütün, nohut ve buğday tarlalarını aştıktan sonra vardığım Adıyaman ili, daha girişte beni sarıyor. Ben kent girişlerine çok önem veririm; eğer derli toplu, düzgün, medeni bir girişi varsa o kente hemen ısınıveririm. Başta Fırat olmak üzere nehir ve akarsularının, soğuk su kaynaklarının bolluğu sebebiyle tarihin en eski yerleşim birimlerinden biri olan Adıyaman, mutedil iklimi, cennet gibi coğrafyası; insana huzur veren tertemiz havasıyla yaşanılası, görülesi; kültür potansiyeli yüksek şirin bir kent... İki günlük bir inceleme-gezi süresi içinde bir kenti derinliğine anlamak tabii ki mümkün değil ama bir yere gönlünüz ve bütün duyarlılığınızla yaklaşıyorsanız, çarşı pazarını deruni bir sevgi alışverişi ile geziyorsanız; evlerine, insanlarına gönül gözüyle bakıyorsanız; yemek yediğiniz yerlerde garsonların tavır ve sunuşlarına dikkat ediyorsanız yabana atılmayacak kanaatler ediniyorsunuz. Bu kanaatler ışığında (tabii ki rehberim Mehmet Çelik'in verdiği bilgileri de hesaba katarak) diyebilirim ki; Adıyaman'ın misafirperver, öz değerlerine sahip, muhafazakâr ve iç huzuru yakalamış bir halkı var. Ancak,eksikliğini hissettiğim tek şey, turizme karşı ilgisizlik ve turistik faaliyetlerin göze çarpmayışı. Bu Nemrut, başka Nemrut Adıyaman, dünyanın 8. Harikası olarak kabul edilen Nemrut Dağı ve ören yerleri sebebiyle yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri. Nemrut'ta güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek turistlerin ortak heyecanı... Çoğumuz bu Nemrut'u Hz. İbrahim'i ateşe atan Ur Kralı Nemrut'la (M.Ö.2200) karıştırırız. Oysa burada söz konusu olan Nemrut, Kommagene Kralı 1. Antiochos'dur (M.Ö.69). Nemrut Dağı, Adıyaman ili sınırları içerisinde, Yukarı Mezopotamya'ya yakın bir noktada, yukarı Fırat'ın hemen batısında, doğu Toroslar'ın en yüksek noktası. Buradaki devasa heykeller ve kitabeler insanı müthiş etkiliyor, tarihin gizemli derinliklerine çekiyor. Nemrut Dağı'na çıkmadan önce ziyaret ettiğim Adıyaman Valisi Halil Işık'a dağda güneşin hem batışını hem de doğuşunu seyretmek istediğimi söylediğimde sayın vali zarif bir gülümseyişle: "İsterseniz bu kararı bir kere çıktıktan sonra verin" dedi. Nefis yaylalardan, vadilerden geçe geçe gün batımında dağa dilim bir karış havada çıktığımda ertesi günü kolay çıkılamayacağını anladım. Dağın eteğinde sağlıklı ve temiz bir dinlenme yerinin, hatta otelin olmayışı benimle birlikte çıkan turistlerin ortak eleştiri konusuydu. Adıyaman'da uzun süreli kalsaydım ille gün doğuşunu seyretmek için değil tarihi solumak için Nemrut'a tekrar çıkmayı, mesleğine gönül vermiş müze Müdürü Fehmi Beyin Perre Antik Kentindeki kazı çalışmalarına katılmayı düşünürdüm. Hayatı anlamlı kılmanın yollarından biri bu; gezip görmek... Hele hele Nemrut eteklerinde oturup ezelden ebede akışı hissetmek... Herkesle her şeyle birlikte akmak... akmak...