İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Müfit Gürtuna ile ortak bir tarafımız var. İkimiz de İstanbul ruhunun peşindeyiz. Muhtelif TV kanallarında kendisiyle yapılan röportajlarda bakıyorum; başkan, sanki bu ruhu yakalamış gibi rahat ve mutlu. Ben ise hâlâ arayış içindeyim. İstanbul ruhunu bazen sabahın erken saatlerinde Boğaz'ın sakin ve serin sularında dinlenirken, bazen bir tarihi binanın nemli kuytularında geçmişi yadederken, bazen unutulmuş büyük sanatkârların bakımsız mezarlarında vefasızlık hüznüne dalarken; bazen sarayların görkemli avizelerinde geçmiş parlak günleri düşlerken ve bazen (bugünlerde olduğu gibi) kar taneleriyle dans ederken yakalar gibi oluyorum. Onu sımsıkı tutmak; İstanbul'u gezerken, yaşarken, dinlerken bana yoldaş ve rehber kılmak istiyorum. Ama olmuyor! Bakıyorsunuz, hırpani bir satıcının bağırışlarından; yerli yersiz çalan klakson seslerinden; hasılı İstanbul'un o çekilmez gürültüsünden ürküyor; bakımsız ve sevgisiz kalabalıkların hoyratlığından inciniyor; yüksek ve bozuk kaldırımlarından, gelişigüzel dikilen, tarihe saygısız beton binalarından; pislikten, kargaşadan bunalıyor; kaçıyor. Hasılı kaygan ve mutsuz bir ruh bu; bir zamanlar ahenkli bir bütünlük yaşadığı bu kente yabancı kalmanın hüznü içinde bir türlü huzur bulamıyor. Tarihi Kentler Birliği'nin hangi toplantısına katılsam, medeniyetin beşiği olan kentlerin; insanın mutluluğunu, güvenliğini, halkın birbiriyle dayanışmasını sağlayan; her türlü medeni ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayan temeller üzerine kurulup; tarihi ve sosyal bir sorumluluk duygusuyla gelişebileceği hususunda güzel konuşmaları dinledikçe hep İstanbul'u, İstanbul'un bu huzursuz ruhunu düşünüp kederleniyorum. Ama ideal bir kent hayatı kurmak için kentli olarak neler yapmak gerektiği üzerinde düşünmekten de geri kalmıyorum. Bunları zaman zaman başkanımla konuşma ihtiyacını duyuyorum. Bir süre önce bir tiyatro galasında karşılaştığım Başkan Gürtuna'ya kendisiyle bir İstanbul sohbeti yapmak istediğimi söyledim. Memnun oldu. Yanındakilere not almalarını tembihledi. Ben de ertesi günü Özel Kalem'e telefon edip randevu talebimi yazdırdım. O gün, bu gün ses yok! Ne yazık ki yöneticilerin çoğu böyle. Size karşı bütün ilgileri oy toplayıncaya kadar. İstedikleri makama gelmeye görsünler; hemen ulaşılmaz oluyorlar. Sayın Başkan şimdilerde yanılmıyorsam "Akılda İstanbul, gönülde İstanbul" adı altında bir proje başlatıyormuş. Halkın bilinçlenip sahip çıkmadığı hiçbir kent projesi ne yazık ki tasarlanan başarıya ulaşamıyor. İstanbul'lu (tıpkı kentin ruhu gibi) İstanbul'dan kaçıp çoğunlukla sakin kıyı kasabalarında yerleşmeye devam ediyor. Sözüm ona İstanbul'un en seçkin semtlerinden birinde oturuyorum. Ne yazık ki pek çok İstanbul'lu gibi zaman zaman bir cangılda yaşadığım duygusuna kapılmaktan kendimi alamıyorum. Oysa, böyle mi olmalı? Başkana sormak lazım.