Türkiye'de gösterime gimesini sabırsızlıkla beklediğim halde ancak eylül sonlarında seyredebildim Fahrenheint 9/11'i. Fahrenheit 9/11, ABD Başkanı George W.Bush'a karşı amansız mücadelesini tek başına sürdüren Amerikalı yönetmen Michael Moore'un Cannes Film Festivali'nde büyük ödül alan ve Amerika'da izlenme rekorları kıran belgesel filmi. Bush'un nasıl şaibeli bir seçim sonucunda başkanlık koltuğuna oturduğunu, Bin Ladin ailesiyle ilişkilerini, Afganistan ve Irak'a saldırının iç yüzünü, savaş dramını gözler önüne seriyor. Ne derece tehlikeli entrikalarla dolu güvensiz bir dünyada yaşadığımızı, savaş yoluyla azdırılmış küresel terörün silah tüccarlarının yüzünü güldürürken insanlığa ne kadar derin acılar yaşattığını ve yaşatabileceğini filmi seyrettikten sonra daha iyi anlıyor ve dehşet içinde kalıyorsunuz. Oğullarını savaşta kaybeden anaların gözyaşları ve feryatlarıyla gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz. Parlak umutlarla girdiğimiz 21. yüzyılın eşiğine çaresizlikle çöküp onca bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen insanlığın bir arpa boyu kadar ilerleyemediğini anlayarak umutlarınızın dağılıp gittiğini acı acı hissediyorsunuz. Belgesel filmde üzerinde derin derin düşünülmesi gereken o kadar çok kare var ki.. Şu anda aklıma gelenleri filmi seyretmeğe gidecek olan okuyucularımın (ki, bu filmi herkes mutlaka ama mutlaka görmeli) dikkatini çekme açısından sıralayayım. 11 Eylül saldırısının yapıldığı sırada bir okulu ziyaret eden Başkan Bush'un garip tepkisi... Yine Bush'un bir zenginler kulübünde davetlilere: "Zenginler... En zenginler siz benim basamaklarımsınız" deyişi ve aldığı alkışlar... Savaş cephesinde masum sivillerin yanmış cesetlerinin kamyonetlere doldurulması.. Savaşta çıkar hesabı yapan (savaş yanlısı) şirket yetkililerinin Amerikan Ordusuna övgü dolu sözleri.. Fakir mahallelerinde gönüllü asker avına çıkan ordu mensupları.. Michael Moore'un Kongre Merkezi önünde senatörlerden çocuklarını askere alma teklifi karşısında senatörlerin tepkileri... Aslında bunları niye sıralıyorum ki? Hemen hemen her kare ibretle seyredilen ve üzerinde derin derin düşünülmesi gereken görüntüler içeriyor. Daha önceki yazılarımdan birinde Michael Moore'un Bush'un yalanlarını bir örnekle nasıl ustalıkla ortaya çıkardığını yazmıştım. Savaş tamtamlarının çalındığı sırada dünya kamuoyunun savaş karşıtı tepkilerine rağmen Bush, savaşın iyilerle kötüler arasında olacağını söylemişti. İyiler kimler? Kötüler kimler Sinemadan çıkarken dehşetengiz görüntülerle bulanan kafanızda sisler arasında başkaldıran yüzlerce sorudan biri de bu oluyor. Dostoyevsky'nin ünlü "Herkes her şeyden sorumludur" sözünü hatırlayarak tekrar soralım: İyiler kimler? Kötüler kimler? Hem, kötülüklerin iyilik kılıfı geçirilerek yapıldığı küresel sistemde iyinin ve kötünün anlamı ne? TV kanallarının sulu eğlence programlarından, sudan dizilerinden başımızı kaldırıp da düşünmemiz gereken o kadar çok şey var ki...