Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a göreve geldiği ilk günlerde özel hayatımın sıkıntıları dolayısıyla tebrik için telefon edemedim. İhmal, ihmalleri doğurdu. Biraz geç kalmış olsam da kendisini tebrik ediyor, bu çok önemli görevde başarılar diliyorum. Basından takip ettiğim kadarıyla sayın bakanın kültür meselelerinin çözümü konusunda samimi çabaları var. Olaylara bütüncül bir bakış açısıyla ve uzlaşmacı bir tavırla yaklaşıyor. En önemli özelliği bence güler yüzlü olması... Bir kişinin (hele devlet katında önemli bir mevki işgal ediyorsa) güler yüzlü olması benim için çok önemli. Güler yüz, insan sevgisinin, olgunluğun ve iç aydınlığın bir ifadesi... Bir ülkede kültür ve sanata verilen önem yönetimlerin başarılı ve parlak oluşuyla doğru orantılıdır. Bu arada hatırlatmalıyım, güler yüzlü sayın cumhurbaşkanımızın da kültür ve sanat dünyası mensuplarına geçtiğimiz aylarda bir resepsiyon vermesi, ardından tarihçilerle masa başı sohbetlerini başlatması anlamlı ve umut verici gelişmelerdir. Ne yazık ki bunlar, medyada magazin konusu gibi ele alındı. Geçenlerde yine basında çıkan bir haberden edindiğim kanaate göre sayın Günay, ülkemizin bütün yazarlarıyla görüşüp diyalog kuracakmış. Eski bakanın birkaç yazarla başlattığı ancak dünya gezilerinden fırsat bulup da devam ettiremediği yazarları evlerinde ziyaret projesini Ertuğrul Günay devam ettirebilir. Bu, hem yıllar boyu ihmal edilen ve sürekli ötekileştirilen yazarların yüzünü güldürür hem çorak edebiyat dünyasına bir verimlilik getirebilir. Bu arada sayın bakana hatırlatmak istediğim bir başka konu var; Yazar Evleri... Bu konuyu geçtiğimiz günlerde değerli dostum Mehmet Nuri Yardım, Sanat Çevresi adı altındaki internet sitesinde ele almıştı. Canlı müze ve kütüphane şeklinde tasarlanacak toplu bir mekânda her yazar için kitaplarının ve özel eşyalarının sergileneceği bir oda tahsisinin gerçekleştirilmesi ana hedef olmalı. Yazarlar, kendi eserlerinin satışından sağlanan geliri (sağlıklarında ve ölümlerinden sonra) Yazar Evleri Yönetimine bağışlayabilirler. Böyle bir projeyi gerçekleştirme kararı verilirse, ayrıntılar, oluşturulacak bir kurulca tespit edilebilir. Bendeniz de dahil olmak üzere birçok yazarın endişesi, çocukları olarak kabul ettikleri eserlerinin ve kitaplarının isimlerini yaşatacak; gelecek nesillere faydayı amaçlayan güvenilir ellere teslimi... *** Gelelim Fazıl Say meselesinde son noktaya... Fazıl Say'ın son yıllardaki yükselen sanat grafiğini, yurt içi ve yurt dışı konser haberlerini takip etmekte, fırsat buldukça İstanbul'da verdiği konserlere gitmekteyim. Hande Ataizi ile olan kısa süreli aşk ilişkisinin medyadaki yansımaları da ister istemez dikkatimi çekti. Say'ın gittikçe magazin malzemesi olduğunu, popülizme kaydığını ve bundan da hoşlanmaya başladığnı düşünüyordum. Derken, Alman gazetelerinden birine verdiği röportajda: "Bizim Türkiye rüyalarımız öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı. Biz yüzde 30, onlar ise yüzde yetmiş. İleride başka bir ülkeye yerleşmeyi düşünüyorum..." sözleri ortalığı karıştırdı, hükümetten sert tepkiler aldı. Basından öğrendiğime göre; olaya ılımlı yaklaşan Bakan Günay, geçtiğimiz günlerde Boğaz Otellerinin birinde Fazıl Say ile buluşmuş, onun kırgınlığını gidermiş, gönlünü almış. Neticede 2008'deki Frankfurt Kitap Fuarında Nazım Hikmet Oratoryosunun seslendirilmesi, Akdamar-Ah Tamara isimli romantik bir Ermeni aşk hikâyesinin bale eserine dönüştürülmesi, İstanbul senfonisi, Nazım Hikmet'in Şeyh Bedrettin Destanı ve Yahya Kemal üzerinde eser hazırlama gibi ortak projeler yürütme kararı alınmış. Toplantıdan çıkarken Fazıl Say'ın yüzü gülüyormuş. Benim anlayamadığım şey; Say'ın bunca gürültü koparan şeyler söylemesi, "Küstüm, gidiyorum" havalarına girmesi Kültür Bakanlığı ile ortak projeler yürütememesinden mi ileri geliyordu? Anlayamadığım ikinci şey, kendisini yüzde 30'luk elit grupta gören, halktan kopuk sanatçının, elitlere hitap eden müzik yaparken kendini solcu sanması...