Güç odaklarının bitip tükenmez hırsları yüzünden savaşın, şiddetin, terörün ve entrikaların kıskacında ölüm kasırgalarının karanlık bir geleceğe sürüklediği dünyada kurtuluş çaresi olarak; küresel bir ahlak anlayışının egemen kılınmasına büyük ihtiyaç var. Maddeye tapar hale getirilen insanların yerlerde sürüklenen bilinçlerinin yükseltilmesi yolunda insani sorumluluk hisseden herkesin, her çevrenin ivedilikle çaba göstermesi şart. Ben şahsen, sanat camiasının; birinci derecede sinemanın bu yolda çok etkin bir rol oynayacağına inanıyorum. Kanaatimce; bu ölüm çağında sinema, evrensel barışın sağlanması yolunda tarihi bir misyonu üstlenmek zorunda. Çünkü; en hızlı ve etkin bir biçimde kitlelere ulaşmanın biricik yolu sinema. Altın Portakal Film Festivali çerçevesinde izlediğim filmlerde günümüz dünyasının içine düştüğü kaosun çeşitli biçimlerde ele alınarak barış mesajlarının net bir biçimde verilmeye çalışıldığı kanaatine ulaşamadım. Denilecek ki sinema özgürdür, istediği konuyu istediği şekilde işlemekle mükelleftir. Şunu da unutmayalım ki, bitip tükenmez hırsların, despotizmin, sömürünün egemen olduğu; tüm moral değerlerin alaşağı edildiği bir dünyada bütün özgürlüklerin olduğu gibi sinemanın da özgürlüğü tehlikededir. Sadece sermayenin serbestçe dolaşımına ağırlık verildiği; vicdan ve adalet duygusunun köreltildiği; insani boyuttan ve ahlak ilkelerinden yoksun bir küreselleşme, sadece medeniyetlerin değil, insanlığın sonunu hazırlamaya doğru gitmektedir. Sinema, bu gerçeğin idraki içinde olmalıdır. Bu hususta Türk sinemasına büyük bir sorumluluk düştüğü kanaatindeyim. Esasen Türk sineması, artık batı taklitçiliğinden sıyrılıp kendi kültüründen alacağı ilhamlarla derin barış mesajları ve moral değerleri içeren güzel filmler yapabilir. Ama seyrettiğim yerli filmlerde beni bu konuda umutlandıracak kıvılcımlar yakalayamadım. Basında sürekli olarak övgülerle gündeme getirilen Yaşamın Kıyısında ve Mutluluk filmleri bile o kadar cılızdı ki... Bizim genç yönetmenlerimizin çoğunun muhayyileleri çok dar. Özgün bir şeyler oluşturamıyorlar. Batının kof taklitleri peşindeler. Kendi kültürlerinden bihaberler. Oysa, küreselleşmenin insani boyutunun temelini attıracak o kadar bol malzememiz var ki... Bunların farkında bile değiller. Tabii ki medyamız da öyle. Son derece iyi niyetle sinemamız gelişiyor diye sevinmeye çalışıyoruz, kendi kendimize moral üreterek elimizden geldiğince destek olmaya çalışıyoruz ama sonuçta bir de bakıyoruz ki, hâlâ bir zirve, umutlarımızı kuvvetlendirici bir ışık yakalayamıyoruz. Bir dağınıklık, bir pejmürdelik... Çoğu yönetmenlerin kıyafetlerine de yansıyor bu. Festival galalarına, açılış-kapanış törenlerine son derece özensiz, günlük iş kıyafetleriyle geliyorlar. Bu halde sahneye çıkıyorlar. Sinemanın aynı zamanda bir disiplin işi olduğunu unutuyorlar. Artık ciddiyet ve sorumlulukları bütün ağırlığıyla üstlenme zamanıdır. Festival Komitesinin, film yapımcılarını kendi kültürümüzden alacağı ilhamlarla küreselleşmenin insani ve ahlaki boyutunu vurgulayıcı, evrensel barış temalarına ağırlık veren filmler üretmeleri için teşvik etmesini diliyorum.