Mardin'de yanan aşk ateşi

A -
A +

Tarihi kentlere merakımı bilen yeğenim bir süre önce bana Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı tarafından hazırlanan "Taşın ve İnancın şiiri Mardin" isimli bir albüm hediye etmişti. Şiirli tanıtım yazılarıyla bezenmiş nefis Mardin resimlerine baktıkça içimdeki gezgin, yeni iklim ve coğrafya özlemi içinde "Mardin'e gidelim... Mardin'e gidelim" diye sayıkladı durdu. Ben de çok istememe rağmen işlerimin yoğunluğu sebebiyle bu gidişi hep erteledim. Bir şeyi çok isteyince evrenin ruhu da onun gerçekleşmesi için yardımcı olur derler ya, geçen yaz İzmir'de bir davette tanıştığım Mardin Valisi Temel Koçaklar'ın eşi adaşım Sabahat Hanım, "İçinizdeki sevgiyi yaşamak için mutlaka Mardin'i görmelisiniz" deyince bu söz benim için itici bir güç oldu; bu bahar Mardin'e gidişi programıma aldım ve mayısın ikinci haftasında yola koyuldum. Yedibin yıllık tarihi geçmişi olan, medeniyeti, barışı, insanı doruklara taşıyan sevgi, birlik ve kardeşlik duygusunu özümsemiş bir kent olan Mardin beni öylesine büyüledi ki; tarihin olanca soluğuyla içimdeki aşk ateşi nasıl alevlendi, sormayın... Gezdiğim, gördüğüm; tarihin gizemli akışını hissetmek için durup da soluklandığım her mekan, adeta tek bir aşk mabedine dönüştü... İçimdeki gezgin bile albümden okuduğu "Ben Mardin kenti... Kalker ve lavlarla bezeli, teninden başka giysisi olmayan çıplak dağların anayurdu... Taşın, toprağın ve doğum yerini unutmuş suların, hammaddesi alın teriyle karılmış kerpiçin ve mavi bedenli bulutların anası..." sözleri kurulu bir plak gibi tekrar ederken, Mardin'in neden şiirsiz anlatılamayacağını anladım. Refik Durbaş'ın "Şair, sen kiminle konuşursun/Mardin yoldaşın değilse..." dizelerindeki meramı da tabii... Size bu daracık sütunda Mardin'in tarihinden, beni taşa işlenen inanç estetiği ve Eyvan felsefesi üzerine derin düşüncelere sevkeden Kasımiye Medresesinden, Mezopotamya'dan sonsuzluğa uzanışın simgesi olan Ulu Cami'den, Mezopotamya'ya hakim tepelerde kurulup da kendi iç dünyasına dalan Deyrülzafaran Manastırından, Peygamberimizin ayak izini muhafaza ettiği rivayet edilen Hatuniye Medresesinden; yani tarihi eserlerden, Mardin'e gönül vermiş güzel insanlarından, başta Türk Kadınlar Birliği olmak üzere harıl harıl çalışan ikiyüzü aşkın sivil toplum örgütünden, turizmin nasıl bir gelişme seyri içinde olduğundan bahsetmeyeceğim. Nasıl olsa Mardin'i tanıtan broşürlerden, albümlerden, sitelerden bu bilgileri edinebilirsiniz. Ben, kireç tutmuş yüreklere, üşüyen sevgilere, inançsızlık zafiyetine şifa olan Mardin'den bahsetmek istiyorum sadece. Dedim ya, Mardin bir aşk mabedi... Neresinden bakarsanız bakın kendi özünüzü görüyorsunuz. Yani, sevgiyi. Tarihin hangi boyutuna, hangi mekanına girerseniz girin, insanlığın tarihin başlangıcından beri süregelen öz serüvenini hissediyorsunuz. Yani, sevgi serüvenini... İşte bunun için eğer gerçek aşkı duymaya, yaşamaya ve tefekküre ihtiyacınız varsa, bütün işlerinizi bir yana bırakıp bir an önce Mardin'i görmeğe gidin diyorum. Taşa dokunuyorsunuz, aşkı hissediyorsunuz... Böyle bir kent nerde var?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.