Bütün insan hakları, özgürlük hayalcileri ve demokrasi savaşçıları, işte size bir gazete haberi; lütfen okuyunuz: "İngiltere'de yayınlanan The Times gazetesi, Microsoft'un bir tür "ofis casusu" ürettiğini, geliştirilen yazılımla ofis yöneticilerinin, çalışanlarının verimlilikleriyle ruhsal ve fiziksel durumlarını izleyebileceğini yazdı. İngiltere'den bir firmanın, sistemi getirtip kullanmak için Microsoft'a başvuruda bulunduğu belirtilen habere göre, sistem, çalışanın bilgisayarı ve bir sensör aracılığıyla bu kişinin metabolizmasını izleyebiliyor. Heberde, böylece işveren ve şirket yöneticilerinin çalışanın kalp atışlarını, vücut ısılarını, hareketlerini, yüz ifadelerini ve kan basıncını izleyerek performansı konusunda fikir sahibi olabileceği, bu şekilde çalışanın bıkkınlık ve stres gibi duygularının ölçülebileceği belirtildi." Aklınıza hemen George Orwell'ın 1984 isimli kitabı geldi, değil mi? Gözetleme kameraları, ofis casusları, çeşitli tasarımları olan dinleme cihazları, izleme çipleri vs... Bir tuşa basmakla anında dökülen sır bilgiler... Özgürlük adına bestelenen şarkılar, yapılan devrimler, çıkarılan savaşlar... 1984'ü okuduğumuzda tüylerimiz diken diken olmuştu. Her tarafta bizi gözetleyen büyük ağabeyi hayal etmek bile müthiş bir kapana kısılmışlık duygusu uyandırmıştı. Yıl 2008... Her yerden gözetleniyor, her yerden dinleniyoruz. Dağ başına çıksak bile izimiz kaybolmuyor... Özgür müyüz efendim? *** Bir de halledemediğimiz "sevgi" sorunumuz var. Toplum içinde mutsuzluk gün geçtikçe çığ gibi büyüyor. Sevgi aşılamaya çalışan çeşitli kitaplar çıkıyor, konferanslar veriliyor. Sadece maddeci zihniyetin hâkim olduğu sistemde rağbet sadece paraya, mala mülke ve konfora... Kendini bilmezliğin yaşandığı, insanların otomatikleştiği, beyinlerin uyuştuğu, düşüncelerin kısırlaştığı bir toplumda, çıkar uğruna bitmeyen savaşların barut dumanlarından ilahi bir lütuf olan sevgi enerjisi nasıl yol bulup da insan'a ulaşacak? Yollar kapalı, kanallar tıkalı... İnsanlar özgürlük aldatmacasıyla darmadağın... Ötekileştirmeler devasız bir hastalık gibi gittikçe yayılıyor. Birlik, beraberlik, barış, kardeşlik... Kelimeler olarak kulağa hoş geliyor da, sevgi bağı oluşturulmadan nasıl gerçekleşecek? Bütün ihtiyacımız sevilmek. Hastalığımız sevememek efendim. Sevememek... Üç film: HAIRSPRAY: Bu hafta sonu hoş bir müzikal seyretmek canınız istiyorsa, hayat ve sevgi dolu bir yüreğe sahip kısa boylu, şişman Tracy Turnblad'ın dans tutkusunu ve başarı azmini işleyen film tam size göre. Adam Shankan'ın yönettiği filmde Tracy'nin annesi rolünde John Travolta çok başarılı bir oyun çıkarıyor. Görülmeye değer. DON KİŞOT: Ünlü İspanyol yazarı Cervantes'in Don Kişot isimli romanından uyarlanmış filmde hayalperest kahraman Kişot'un maceraları, uşak Sancho Panza'nın sadık eşeği Rucio'nun ağzından anlatılıyor. Sömestir tatilinde çocuklarınızla birlikte eğlenerek seyredeceğiniz unutulmaz bir animasyon filmi. CHARLIE WILSON'IN SAVAŞI: Mike Nichos'ın yönetmenliğini yaptığı film, Afganistan'ın Sovyet Rusya tarafından işgali sırasında komünistlere karşı direnen Afgan mücahitlerine gizli yollardan silah sağlayan ve komünizmin çökertilmesinde büyük rol oynayan Amerikan Kongre Üyesi Charlie Wilson'ın (Tom Hanks) gerçek yaşam öyküsünü anlatıyor. Vizyonun en ilgi çekici filmlerinden biri.