Dün gözde marketlerden birindeki kitabevine girdim; raflara özenle yerleştirilmiş binlerce kitap arasında bir hazine odasında dolaşır gibi mağrur, mutlu ve özgüvenle dolaştım. İlgi alanım olan onca edebiyat eserine kâh dokunarak, kâh bakıp geçerek düşündüm. Çekilen çileye rağmen yazarların bu bitmez tükenmez yazma tutkusunun amacı nedir; edebiyat eserleri bize ne veriyor da bu kadar ilgi duyuyoruz? Bu sorunun cevabını izninizle Türkoloji'den hocam Prof.Dr. Birol Emil'in not defterlerimden birine kaydettiğim açıklamasıyla vereyim: "Edebiyat eserleri bize, mekânsız ve diplomasız bir okul gibi bir ruh, zihin, zevk, güzellik, hassasiyet ve asalet verir. Onları okudukça ve kendimize malettikçe insanın, cemiyetin, hayatın ve kainatın manasını çok daha iyi anlarız. İnsanın hayatta ve kainattaki yerini bize felsefe eserlerinden ziyade edebiyat eserleri gösterir; onlarla yaşarken içten bir kemale erdiğimizi hisseder, hayata, başkalarına hatta kendimize daha olgun, daha müsamahalı bakmasını öğreniriz. Mesleğimiz ne olursa olsun, kültürlü insan oluruz." İyi de, bütün bunları elde etmek için önce okuma alışkanlığı edinmemiz, giderek hayatımız boyunca gelişen bir edebiyat zevki kazanmamız gerekmez mi? Bizim nesil, bu bakımdan şanslı bir nesildi. Edebiyat derslerinde Nihat Sami Banarlı'nın kitaplarını okuyorduk. Kimimiz özümüzdeki cevheri parlatıp yazarlığa soyunurken kimimizin bir ömür boyu sıkı bir edebiyat-sever olması, geniş bir ufuk, derin bir duyarlılık ve zengin bir birikimle hazırlanan; rakiplerinin kalitesine erişemedikleri bu ders kitapları sayesindedir. Banarlı, şair, hikâyeci veya romancı değildi; ama bütün bu türlerin karışımından oluşan sanatkârane; hatta destansı diyebileceğim bir üslubu vardı. Sıradan bir ders kitabı okumazdık; adeta tılsımlı bir mana pınarından edebiyat zevki yudumlardık. Zihnimiz, muhayyilemiz, duyarlılıklarımız sınırları aşardı. Fuzuli ile aşkın acılarını hisseder, Yunus'la içimize dalar, Yahya Kemal'le ufukları aşar, La Martine, Victor Hugo, Shakespeare, Balzac, Tolstoy vs. gibi yazarlarla dünyaya açılır, insanoğlunun ortak kaderini tanımaya ve anlamaya; evrenseli yakalamaya çalışırdık. İçimiz; düşünce ve duygu dağarcığımız dopdoluydu. Kültürümüzden aldığımız güçle özgüven duygusu içinde ayaklarımız yere sağlam basardı. Bugün bile herhangi bir edebi konuda başvurduğum en önemli kaynak; Banarlı'nın "Resimli Türk Edebiyatı Tarihi"dir. Bu eser, birçoklarının yaptığı gibi doldurma ve toplama bilgilerden ibaret değildir; yüksek bir bilinç ve geniş ve derin araştırmayı içeren sorumluluk duygusuyla yazılmış zengin bir kaynaktır. Banarlı'ya göre edebiyat tarihi milli kültürlerin sağlam temellerinden biridir ve edebiyat tarihini bilmek bir milletin mazide çarpan kalbini, düşünen dimağını ve üstün zekâsını tanımak demektir. Günlük olaylar, gördüğüm pespayelikler, magazin çılgınlıkları, ucuz eserlerin ortaya çıkıp gürültü koparmasından rahatsız olduğumda bir gül bahçesine girer gibi Nihat Sami Banarlı'nın "Edebiyat Sohbetleri" kitabına dalar, huzur bulurum. Banarlı, bizim edebiyat vadimizin dev çınarlarından biri. Şimdiki gençlerin çoğu ne yazık ki onu tanımıyorlar; dolayısıyla ne kendilerinden haberleri var, ne kültürlerinden, ne de insanı ömür boyu mutlu edecek edebiyat zevkinden...