Başbakan Tayyip Erdoğan, Almanya'da yaptığı konuşmada; "Dili, ırkı ve milliyeti farklı olanların ortak paydası insanlıktır" dedi ve ötekileştirmeler olduğu sürece barışın sağlanamayacağını vurguladı. Türkiye gazetesinin cumartesi günkü sayısında da manşet "Öteki kavramı barışı yok eder" şeklindeydi. Evet, yalnız bizde değil, bütün dünyada yaygınlaşan hastalık, ötekileştirme... Ne insanlıkla bağdaşıyor, ne eğitimle, ne de medeniyetle... Bu konuda yazılıyor, çiziliyor, nutuklar atılıyor, kınanıyor ama bu hastalık, gün geçtikçe yaygınlaşıyor... Akıl iflas ediyor, sağduyu köreliyor, ayrılık tohumları yüreklerde kök salmağa başlıyor. Şimdilerde ülkemizde bu hastalığın en ateşli safhası yaşanıyor. Nerdeyse, iki kişiden biri, diğerinin ötekisi... Neticede gruplaşmalar, kamplaşmalar; kutuplaşmalar gittikçe artıyor. Aklıselim, sağduyu, birbirini tanıma, anlama isteği rafa kalkıyor. Sıklıkla önerdiğimiz öz eleştiri mekanizması kullanılmadan körleniyor. Oysa, böyle mi olmalıydı? Bir ateş çemberi içinde olan güzelim ülkemizde böyle sürekli ayrışıp durmakla mı koruyacağız bağımsızlığımızı ve cumhuriyetimizi? Böyle mi geliştireceğiz demokrasiyi? Şahsen ben, bu ülkede yaşamaktan yoruldum. Kavgasız, gürültüsüz, olaysız bir gün geçmiyor. Şimdi yalnız bizde değil, dünyada da böyle deyişinizi duyar gibi oluyorum. Haklısınız. Ama biz kendi kendimize rahat vermiyoruz; sürekli bir çekişme, bitmez tükenmez tartışmalar içindeyiz. Aslında kimse kimseyi dinlemiyor, anlamıyor; esasen anlamaya da yanaşmıyor. Neticede o beylik soruyu sorma noktasına geliyorsunuz; ne olacak bu memleketin hali? Nasıl kurtulacağız bu ötekileştirme hastalığından? Önce diyalog deniyor. İyi niyetle başlanılan diyaloglar bıktırıcı tartışmaların sürüp gitmesine sebep olduğu gibi netice de vermiyor. Çünkü herkes ben diyor, herkes kendini haklı görüyor; tek doğrunun kendisine ait olduğunu sanıyor. Onun için biz, önce öz eleştiri diyoruz. Sonra insan sevgisi... Öz eleştiri yapılmadan, insan sevgisini temel yapmadan akıl, saygı ve sağduyu devreye giremez; ön yargılardan kurtulmak mümkün olmaz. Bir türlü "kendi" olamayan Türk insanı bildim bileli bir kaos ve kutuplaşmalar içinde çalkalanıyor. Kendi değerleriyle moderniteyi bağdaştırıp kendi sentezini oluşturamıyor. Sürekli dışarıdan ithal edilen kavramlar ve ideolojiler için kavga ediyor, birbirini ötekileştirip kutuplaşmaların, kamplaşmaların oluşmasına sebebiyet veriyor. İş, içinden çıkılmaz hâl alınca rejim tartışmaları devreye giriyor. Hâl-i pür melalimiz okula yeni başlayan çocukların haline benziyor. Dağınık, sosyalleşme acemisi ve ben merkezli... Büyüyelim artık! Bir kitap: RADYODAKİ BÜYÜLÜ SES Sabahattin Küçük, İstanbul Radyosunun ilk spikerlerindendir. Bu kitapta Küçük'ün, radyonun altın dönemine ait 40 yıllık anılarını acı, tatlı ve düşündürücü anılarını okuyacaksınız. (Güner Yayınları Tel: 224 16 33-35)