Ben, İstanbul'un (karın ilk yağdığı ve en son kalktığı) yüksek yerlerinden birinde oturuyorum. Dolayısıyla karlı günlerde evde mahsur kalıyorum. İlk kar felaketinde Safranbolu'daydım. İkincisinde evdeydim. Kar, ilkin Cenap Şehabettin'in Türk Şiirinde 'kar'ı en güzel anlatan "Elhan-ı Şita"sını hatırlatan bir ahenkle başladı. Giderek tipiye dönüştü. Hem de öyle bir tipi ki kelimelerle anlatmak mümkün değil. İşimi gücümü bıraktım, oturdum seyrettim. Sanki tabiat acı çekiyor, bir şeyler anlatmak istiyor gibi geldi bana. Ünlü yazar Paul Coelho, dünyanın hemen hemen tüm dillerine çevrilen "Simyacı" isimli eserinde evrenin ruhundan söz eder. Katı maddeci görüşe sahip olanlar evrenin de ruhu olabileceğine inanmıyorlar. Ama ben inanıyorum. Onun için düşünce boyutlarını aşarak ulaştığım "tabiat ana"nın bu olağanüstü çırpınışlarıyla dile getirmeğe çalıştığı ıstırabına kulak verdim. Çevremizde her şey, kendi lisanınca bize bir şeyler anlatmağa çalışır. Bunları ancak işitmeğe niyetli olanlar işitebilir. Kanaatimce Ahmet Haşim'in lisan-ı hafi dediği gizli lisandır bu. *** Şöyle diyordu tabiat ana: "Siz insanoğlu, beni en iyi anlayan kızılderililerin deyişiyle torunlarınızdan ödünç aldığınız bu dünyayı çok hor kullandınız. Sonu gelmez hırslarınız, bencillikleriniz, hoyratlığınız ve aç gözlülüğünüzle benim bütün dengelerimi bozdunuz. Ozonu yırttınız. Çılgın bir faaliyetle çalışan silah fabrikalarının zehirli atıklarıyla dokularımı çürüttünüz ve hâlâ çürütmeğe devam ediyorsunuz. Size bir nimet olarak sunulan yeryüzünü askeri sanayi atıkları, nükleer ve diğer kimyasal atıklarla dolu bir çöplüğe çevirdiniz. Doğal kaynaklarımı kuruttunuz. Yiyeceklere zehir bulaştırdınız. Savaş tutkunuz yüzünden sorumsuzca fırlattığınız bombalarla etrafa saldığınız radyoaktif tozlar yüzünden tertemiz havamı solunmaz hale getirdiniz. Kibriniz, güce düşkünlüğünüz ve yükselme hırsınızla ilimde büyük ilerlemeler kaydettiniz, gerçekten gezegenin efendisi oldunuz; uzaya kadar uzandınız ama ne pahasına? Sınır tanımaz bir tüketim hırsıyla beni tüketerek, yiyip bitirerek, toprağımı çürütüp ağaçlarımı, yeşilimi, suyumu kurutarak, okyanuslarımı acımasızca kullanarak, kıtaların şeklini bozarak; kısacası beni harabeye çevirerek... Size baştan beri tehlikede olduğumun, hastalandığımın, dayanma gücümün kalmadığının mesajlarını veriyorum. Anlamıyorsunuz, anlamak istemiyorsunuz. Bazılarının iyi niyetli ama küçük çabaları yeterli olmuyor. Pençesine yakalandığım hastalık gün geçtikçe beni yiyip bitiriyor. Acılarım sonsuz... Anlayın artık, anlayın! Dayanamıyorum... Bunlar klasik tipi savruluşları değil! Benim darmadağan oluşlarım!.. Feryatlarım!.. Duyun! *** O tipiden beri garip bir haldeyim ben de... Mahçubum, hüzünlüyüm, yaklaşan ilkbahar sevincini vicdan rahatlığı içinde duyamıyorum. Ortalığı kasırgalar kavurup tipi bastırdığında size de tabiat anaya kulak vermenizi tavsiye ederim. Bakalım, siz kendinizi nasıl hissedeceksiniz?