Tanpınar'da İstanbul eleştirisi

A -
A +

Geçen akşam, Balta Limanı'ndan Rumelihisarı'na doğru yürüdüm. Alabildiğine sıcak ve nemli bir hava vardı. Ağaçların nispeten serinlettiği caddenin kaldırımlarına park edilen arabalardan yayalara yürüyecek yer yoktu. Hızla gelip geçen arabaları kollayarak mecburen cadde üzerinde yaptığım yürüyüşten hiç zevk alamadım. Oysa İstanbul'un en turistik bölgesinde yürüyüş bu kadar tehlikeli ve zevksiz mi olmalı? Her zaman derim ya, medeniyetlerin buluşma yeri olan güzelim İstanbul'da kimsenin kimseye saygısı yok. Kaldırımları bütün bütün işgal edercesine arabalarını park eden sürücüler, yayaların haklarını çiğnediklerinin farkında değiller mi? İlle zabıta baskısı mı gerekir? Üstelik sahiller kirli, pejmürde, başı boş bir görünümde. Gezintiye çıkan gençlerin ellerinde çekirdek paketleri... Yedikleri çekirdeklerin kabuklarını gayet doğal bir tavır içinde yerlere ata ata yürüyorlar. Boğaz kıyıları hor kullanımın, disipsizliğin, estetikten yoksun görünümlerin mekanı haline gelmiş. Bir başıboşluk, bir düzensizlik... Cuma akşamı olduğundan mıdır nedir taksi bulup da eve dönünceye kadar epey eziyet çektim. *** Kütüphanemi karıştırırken Tanpınar'ın "Şehir" isimli bir radyo konuşması metni geçti elime. Bakınız, bu sohbet konuşmasında, İstanbul'un nispeten daha derli toplu olduğu o günlerde yaşadığımız şehirle ilgili tesbit ve görüşleri Tanpınar nasıl yansıtıyor: "Biz, şehir mefhumunu kaybettik. İçimizde fukaralığın nizamı kuruldu. Bilir misin ki, parasızlık tek başına mühim bir mesele değildir. Fakrın nizamı bir yere yerleşip de hayatı idare etmeğe başladı mı, işin ötesi yoktur. Biz, çoktan şehir fikrini kaybettik. Bu nizamın emrinde yaşıyoruz. Yahut da ondan kaçıyoruz. Ve durmadan bu yüzden, bu güzelim şehri harcıyoruz. ....Hiç sen başka bir memlekette büyükçe bir yolda sekiz, on boş taksinin ayrı ayrı istikametlerde manevra yaptığını, nakil vasıtalarının sirk kapısı çığırtkanları gibi müşteri çağırdığını gördün mü? Yedi metre uzunluğunda bir sokakta, beş dakika içinde sekiz modern terlik satıcısının beraberce bağırdıklarını işittin mi? Nerde eski İstanbul? Haraptı, fakir ve biçareydi. Fakat kendine özgü bir hayatı ve üslûbu vardı. Her meslek bir ocaktı. Her mal satıcısı, hususi bir makamla malını satardı. Şehir, bir terbiyenin ve zevkin etrafında teşekkül eden müşterek bir hayattır. Mimari bu hayatın asıl büyük üslûbunu yapar. Vakıa, dün olduğu gibi artık orkestra şefi vazifesini görmez ama yine de varlığını hissettirir. Ona doğru yürüdükçe hayat o memlekete mahsus bir renk kazanır." Yazı tarihi dokunun nasıl yıpratıldığı ile ilgili yorumlarla sürüp gidiyordu. Bitirdikten sonra elimi şakağıma dayayıp kaldım. Bugün yaşasaydı Tanpınar'ın neler yazacağını tahmin etmeğe çalıştım. Birden çöken bir ruh yorgunluğuyla derin bir iç çektim...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.