Yabancılaşma

A -
A +

Hafta sonu İstanbul'da sanki kışa giriş dönemini hatırlatan kurşuni bir hava hakimdi. Kararsız yağmur, bir yağıyor, bir duruyordu. Bahar çoşkusunu hatırlatmak üzere şiirlerle başlamayı düşündüğüm yazıma birdenbire kurşuni düşünceler hakim oluverdi. Bahara yabancı bir hava, yabancılaşma temasını dayatarak beni bu konuda yazmağa zorladı. Bazen siz de hayatınızda, ülkenizde, içinde bulunduğunuz şehirde her şeyin giderek değiştiğini, içinize sinsi sinsi yerleşen garip bir yabancılaşma duygusunun gittikçe yoğunlaştığını, sımsıkı tutunduğunuz şeylerin usul usul elinizden uçup gittiğini hissediyor musunuz? Acaba bu, büyük şehirlerde oturanlara özgü entelektüel bir melankoli hali midir? Bilmiyorum. Çevrenize bakıyorsunuz, genç kızlar sanki bir kalıptan çıkmış gibi incecik bedenleri beli açıkta bırakan düşük pantolonları, dar bluzları ve aşırı makyajları, görmüş geçirmiş kadın edalarıyla alışkın olduğunuz genç kız tiplerinden çok farklı... Arkadaşlıklar, dostluklar, komşuluklar alışageldiğimizden farklı temeller üzerine kuruluyor. Çıkar kaygısı bütün ilişkilerin merkezine oturuyor. Sistemin tüketim çarkında dilimiz, inançlarımız, zevklerimiz; hasılı değerlerimiz öğütülüyor. Rengimiz, farklılığımız kayboluyor, sesimizin tınıları değişiyor, içimiz boşaltılıyor; özümüzden soyutlanıyoruz. Şairin: "Türkçe'm, ses bayrağım" deyişiyle gururlanırken, bu bayrağın tabelaları istila eden yabancı kelimeler egemenliğinde aşağı çekilişine duyarsız kalıyoruz. Adım adım, usul usul kendimiz değil, bir başkası olmaya itiliyoruz. Zoraki ve sun'i kimlik tartışmaları ekseninde kendimiz'le, bir başkası arasında bocalıyoruz. Eğrilerle doğruların karıştığı sisli bir derinlikte gittikçe kayboluyoruz. Sözlerle eylemler arasındaki çelişkide samimiyetsizliğimizi ele veriyoruz; "Demokrasi, adalet, medeniyet, barış, insan hakları" konularında yaldızlı nutuklar atarken, içinde yaşadığımız lüks konakların, sitelerin etrafını ürettiğimiz ötekilere karşı dikenli teller ve beton duvarlarla çevreliyoruz. Büyük marketlerde çeşit çeşit yiyecekler albenili paketlerde sergilenip nefis görüntülü yiyecek reklamlarında iştahlar körüklenirken doygunlar, binbir çeşit diyet programlanın arasında bunalıma giriyor, yoksullar uzaktan yutkunup kalmanın ıstırabını yaşıyor. "Komşun açken, sen tok yatma" uyarısına kulaklar tıkanıyor. Birileri detoks kamplarında dolu bağırsaklarını temizlettirirken, birileri pazar yerlerinin artıkları arasında yiyecek toplamak için çırpınıyor. Geleneksel kültür, nefs terbiyesi önerirken, modern yaşamın moda rüzgarları, kapitalist sistemin ben merkezli tüketim çılgınlıkları nefsleri kamçılıyor. Görünmez dayatmalarla hükümlerimiz, alışkanlıklarımız, tavırlarımız değişmeye zorlanıyor. Yükselen değerler fırtınası içinde doğru bildiğimiz şeyler savrulup kayboluyor. Güvendiğimiz dağlar birbiri ardınca patlak veren karanlık olaylarla çöküyor; dengeler sarsılıyor. Popüler gazetelerde yaşadığımız hayatın gerçeklerinden farklı bir dünya sergileniyor. Birbiri ardınca yayınlanan dizilerin sahte dünyasına dalarak gittikçe sanalleşiyoruz. Abuk sabuk tartışmalarla inançlarımız zedeleniyor, her şeyden korkar ve şüphelenir hale geliyoruz. Sözüm ona demokratız; halk olarak egemen olduğumuzu, yöneticileri özgür irademizle seçtiğimizi sanıyoruz ama nasıl ve ne şekilde yönlendirildiğimiz hakkında hiç düşünmüyoruz. Hava birkaç gün sonra değişir; yerini pırıl pırıl güneşli, bahar havalarına bırakır... Ya bu kurşuni düşünceleri oluşturan gerçekler?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.