Doğan Hızlan, geçtiğimiz çarşamba günkü yazısında Notos-Öykü dergisinin yeni sayısında "Ret Yazarları-Yazmayı Niçin Bıraktılar" başlıklı araştırma dosyasından bahsediyordu. Konu ilgimi çekti; hemen bulunduğum semtteki kitapçıya gittim ama Notos-Öykü dergisini bulamadım. Konuyla böyle ilgilenişimin sebebi; hikâye yazarı olarak nerdeyse yazmaktan vazgeçmek durumunda olmam. Yazıyı okurken böyle bir tavırda yalnız olmadığımı düşündüm, sözüm ona kendimce teselli buldum. "Neden hikâye ve roman yazmıyorsun?" diye soranlara özür beyan ederken sanatımı ihmal etmekten dolayı mahcubiyet duymak yerine başka yazarları da örnek göstererek en azından "Yazmak içimden gelmiyor." deme cesaretini gösteririm diye düşündüm. Hızlan'ın alıntı yaptığı yazarlardan Oscar Wilde şöyle diyormuş mesela: "Yaşamı tanımadan önce yazıyordum; şimdi anlamını bildiğim için artık yazacak bir şeyim yok." Nobel Ödüllü Zeno'nun itirafı daha da ilginç: "Benim en iyi yapıtım, yapıtlarımdan pişmanlık duymak olmuştur." Ferit Edgü yazmayı reddetmeyi unutulma isteğine ve yazara ilham verdiği düşünülen kişinin ölümüne bağlıyor. Notos-Öykü Dergisi elime geçtiğinde söz konusu araştırma dosyasından herhalde daha başka ilginç itiraflar ve yorumlar bulacağım. Gerekirse bunları yine sizlerle paylaşırım. Gelelim, benim neden uzun süredir yazmak istemeyişime... Bunu diğer retçi yazarlar gibi özgün bir sebeple açıklayamıyorum. Ben ninnilerle değil, rahmetli büyük ablamın alfabe okuyuşlarıyla büyümüşüm. Yazmaya da daha yazmayı öğrenmeden başladığımı hatırlıyorum. Kâğıtları küçük desteler halinde kesip sanki yazıyormuşum gibi çiziktirirdim. Okumaya karşı o kadar hevesliydim ki beş yaşımda, aile dostu bir öğretmenin sınıfına misafir öğrenci olarak okula başladım. On beş yaşıma geldiğimde nerdeyse klasik eserlerin büyük bir kısmını okudum. Bütün hedefim insanı anlamak ve anlatmaktı. Otuz yaşıma geldiğimde on beş kitap sahibiydim. Çok zengin bir hayal dünyam, özgürlüğüne düşkün, bağımsız ruhum vardı. Bunca hevesli ve hızlı bir çalışma yaptıktan sonra yazmaktan (adeta bırakmak derecesinde) kaçınmak, yazmamı bekleyenler kadar haliyle beni de üzdü. En verimli çağlarımda sağ-sol çatışmalarının edebiyatta da etkin olması, yazarların da sağcı-solcu diye ayrışmaları, belirli kalıplar çerçevesinde düşünmeye yöneltilmeleri galiba bu bıkkınlıkta etkin bir rol oynadı. İnsan gerçeğine bütüncül açıdan yaklaşmaya çalışmam, yazarın bağımsız olması gerektiğine inancım sebebiyle hiçbir ideolojinin çerçevesine girmedim. Edebiyat dünyasına hâkim olan sözüm ona devrimci yazarların insan sevgisinden nasipsizliği, kendi kendileriyle sınırlı kapalı dünyaları heveslerimi kırdı. Sonra malum; popüler edebiyat piyasaya hâkim olup herkes yazmaya başlayınca işin tadı kaçtı, yazmak anlamsızlaştı. Atalarımız "Marifet iltifata tabidir" demişler. Emeğinin karşılığını alamayan bir yazar da zamanla kendini tüketir. "Ne için, kim için?" tuzağına düşer. Benim de özrüm, galiba bu...