Sevim'in o günden beri baş ağrıları sıklaşmış olmasına rağmen Akif'e söylemiyor, onu tedirgin edip kendisine tomografi konusunda ısrarcı olmasını istemiyordu. Ama bazen dayanılacak gibi değildi çektiği ağrılar. Gözleri kararıyor, bir süre karanlıktan başka bir şey görmüyordu. Sevim inatçı bir yapıya sahipti. Orta boylu, siyah saçlı ve yeşil gözlüydü. Biçimli yüz hatları, tek tek bakıldığında son derece güzel olan gözleri, kaşları, burnu onu her görenin tartışmasız beğeneceği bir kadın yapıyordu. Zarifti. Uzun ince parmakları vardı. Çıkık elmacık kemikleri yüzüne ayrı bir hava veriyordu. Siyah saçları omuzlarından aşağıya dökülüyordu... O gün sabah Akif'i yolcu ettikten sonra kahvaltı sofrasını toplamış, yorulduğunu hissederek kanepeye uzanmış ve televizyonu açmıştı. Garip bir baş dönmesiyle sendeledi. Uzandığı yer sanki altından kayıp gidiyor gibiydi. Boşlukta kalmış gibi korkuyla kanepenin koluna tutundu ve doğrulmaya çalıştı. Karanlık bir uçuruma düşüyormuş hissiyle içi hop etti. O anda bıçak gibi bir baş ağrısı saplandı ensesinden. Bütün beynini kapladı. Beyni sanki kafatasına fazla gelmiş, dışarı fırlamak istercesine baskı yapıyordu... Korkuyla inledi. Güçlükle kalktı yerinden. Telefona kadar gitmeye gayret ediyordu. Bacaklarının tutmadığını dehşetle fark etti. Oturdu halıya. Sürünerek ilerledi telefona doğru. Ahizeyi eline alıp telaş ve korkuyla gelişigüzel, kararlamadan numaralara basmaya çalıştı. Çalıyordu. Az sonra bir kadın sesi duyuldu: - Salihli Devlet Hastanesi, buyurun? - Ben... Ben Doktor Akif Ünlüer'in karısıyım. Ölüyorum, kocama haber verin... Ahize elinden düştü. Sanki dipsiz bir boşluğa yuvarlanmaya başlamıştı. Gayriihtiyari elini karnına koydu: - Bebeğim... diye inledi. Başında sanki dinamitler patlıyordu. - Allah'ım, bebeğime bir şey olmasın... Akif, Akif neredesin?.. Halıya, olduğu yere uzandı. Bir fırıldak gibi dönüyordu etraf. Bir şey göremiyordu zaten. Karanlık hafifçe kaybolmuş, etrafta buğulu, ne olduğu anlaşılamayan karaltılar belirmişti. - Göremiyorum ben... Ya Rabbim göremiyorum... Beynindeki uğultular artmıştı. Kulaklarını kapattı elleriyle bu uğultuyu duymamak için. Hücrelerinden bütün kanının çekildiğini hissediyordu. O anda karnında bir kıpırtı fark etti. Şiddetli bir sancı duydu. Âdeta çığlık atarcasına inledi: - Akif yetiş artık... Çabuk yetiş ne olur!.. Gücünün yavaş yavaş kaybolduğunu hissetti. Artık kımıldayamıyordu. Başını halının üzerine koydu, gözlerini kapattı. Karanlık bir uçuruma yuvarlanmaya başladı...