A­ra­dan on ye­di ­se­ne geç­miş­ti...

A -
A +

Hay­dar Bey ol­duk­ça yaş­lan­mış­tı. Şev­val'i ve to­ru­nu­nu Ame­ri­ka'ya gön­der­dik­ten son­ra ru­tin ha­ya­tı­na ye­ni­den dön­müş­tü. Dü­rü­ye ile ara­sın­da­ki sır­rı se­ne­ler­ce bü­yük bir giz­li­lik­le sak­la­mış­lar­dı. Ta­mer'in çe­şit­li de­fa­lar uğ­raş­ma­sı­na rağ­men bo­şan­ma iş­le­mi ger­çek­leş­me­miş, genç adam her za­man­ki umur­sa­maz­lı­ğıy­la işin pe­şi­ni bı­rak­mış­tı. Yi­ne ava­re, so­rum­suz ha­ya­tı­na de­vam et­miş­ti. Kırk ya­şı­na gel­miş ol­ma­sı­na rağ­men hâ­lâ bir bal­ta­ya sap ola­ma­dan ba­ba pa­ra­sıy­la ha­ya­tı­nı sür­dür­mek, iler­le­yen ya­şı­nın ken­di­si­ne ge­tir­di­ği ye­ni dün­ya gö­rü­şü yü­zün­den ar­tık ağır ge­li­yor­du. Ama ya­pı­sı tem­bel ve mü­ca­de­le­siz bir ya­pı ol­du­ğu için bu ra­ha­tı bı­ra­kıp üret­me­ye ya­naş­mı­yor­du... Pe­ri­han Ha­nım ise oğ­lu­nun ya­nı ba­şın­da ol­ma­sın­dan mut­lu, onun bir de­di­ği­ni iki et­me­den ya­şa­yıp gi­di­yor­du. O da yaş­lan­mış, yü­zün­de­ki kı­rı­şık­lık­lar git­tik­çe art­mış­tı. Ama as­la yaş­lı­lı­ğı ka­bul et­mi­yor­du. Ta­mer'in Şev­val'den bo­şa­na­ma­ma­sı bir yer­de onun da işi­ne gel­miş­ti. Oğ­lu­nu pay­la­şa­ma­mak gi­bi bir duy­gu­nun esi­ri ol­du­ğu için bu ni­ka­hın onu bağ­la­dı­ğı­na, Şev­val'in ye­ri­ne bir baş­ka­sı­nın gel­me­si­ni en­gel­le­di­ği­ne ina­nı­yor­du. Bu da Pe­ri­han Ha­nı­mın za­ten ara­yıp da bu­la­ma­dı­ğı bir şey­di. Şev­val, Ya­zı­cı­oğ­lu'nun vil­la­sın­dan git­tik­ten son­ra bir da­ha genç ka­dı­nın is­mi bi­le geç­me­miş­ti ev­de. Hiç bah­se­di­le­me­miş­ti on­dan. Oy­sa Ta­mer, za­man za­man, ken­di ba­şı­na kal­dı­ğı an­lar­da dü­şün­ce­le­re da­lıp gi­di­yor­du. Özel­lik­le ya­şı iler­le­dik­çe bu da­lıp git­me­ler sık­laş­mış­tı. Şev­val'in gi­der­ken ha­mi­le ol­du­ğu­nu bil­di­ği için me­rak edi­yor­du. Bir yer­ler­de ne­ye ben­ze­di­ği­ni bil­me­di­ği bir ev­la­dın sa­hi­bi ol­du­ğu­nu dü­şün­mek içi­ni acı­tı­yor, ev­la­dı­nın oğ­lan mı kız mı ol­du­ğu­nu, adı­nın ne ol­du­ğu­nu bi­le bil­me­mek ra­hat­sız edi­yor­du Ta­mer'i. Saç­la­rı kır­laş­mış­tı. Hâ­lâ ya­kı­şık­lıy­dı... Hay­dar Bey ise iler­le­miş ya­şı­na rağ­men işi­nin ba­şın­day­dı. Es­ki­si ka­dar şir­ke­te git­me­se bi­le ne olup bit­ti­ğin­den ha­ber­dar­dı. Ya­nın­da ye­tiş­miş de­ğer­li ele­man­la­rı sa­ye­sin­de şir­ke­ti­nin iş­le­ri­ni uzak­tan bi­le ol­sa ra­hat­lık­la yö­ne­te­bi­li­yor­du. Ge­çen on ye­di se­ne zar­fın­da şir­ke­ti da­ha da bü­yü­müş, ih­ra­cat yap­tı­ğı ül­ke­le­rin sa­yı­sı ne­re­dey­se dört ka­tı­na çık­mış­tı... Dü­rü­ye ise hâ­lâ yan­la­rın­day­dı. Ona yar­dım­cı ol­ma­sı ama­cıy­la genç bir hiz­met­çi da­ha al­mış­lar­dı. Dü­rü­ye ar­tık iş­le­rin kon­tro­lü­nü ve dü­ze­ni­ni sağ­lı­yor, ai­le­nin bir fer­di gi­bi dav­ra­nı­yor­du. On se­ne ön­ce Hay­dar Be­yin bah­çe­ye yap­tır­dı­ğı iki oda­lı müş­te­mi­lat­ta ka­lı­yor­du. Emek­li ol­muş, ha­ya­tı­nı ga­ran­ti al­tı­na al­mış­tı. Hay­dar Bey­le yal­nız kal­dık­la­rı za­man Şev­val'i so­ru­yor, onun ha­ber­le­ri­ni alı­yor­du... Hay­dar Bey o sa­bah er­ken kalk­mış­tı her za­man­ki gi­bi. Kah­ve­si­ni al­mış ve ve­ran­da­ya çık­mış­tı. Hem man­za­ra sey­re­di­yor hem de dü­şü­nü­yor­du. Tam bu sı­ra­da hiz­met­çi kız Ay­lin te­le­fo­nu ge­tir­di: - Şir­ket­ten arı­yor­lar efen­dim... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.