Malatya merkezde kıyılan "yıldırım nikâh"ın ardından güzel bir yemek yediler. Murat ve Pelin artık resmen evliydiler. Bu nikâhın Pelin'in tayini yüzünden mutlaka kıyılması gerekiyordu. Ahraz Ana da gelmişti törene. Murat yaşlı kadının koluna girdi: - Anacığım, İstanbul'a gelmek istemedin, ben de senin mutlaka bu en mutlu günümde görmek istediğim için bak burada da nikâh yaptım sana. Anla artık! diye takılıyordu. Güzel bir lokantaya gittiler. Yanlarında muhtar da vardı. Dördü enfes bir yemek yedikten sonra muhtarın arkadaşından bugün için aldığı arabaya bindiler. Murat Ahraz Anayı öne, muhtarın yanına oturttu. O da Pelin'le birlikte arkaya geçti. - Hanımları evlerine bırakalım Muhtar, bir de ıhlamur içeriz. Sonra beni karakola götürürsün sen artık. - Meraklanma komutan. Hallederiz. Gülbahar mutluydu. Murat bilmeden öz annesini dünyanın en mutlu insanı yapmıştı. Onu nikâhında başköşeye oturtmuş, onun bu sevinci yaşamasına izin vermişti. Gülbahar için artık hiçbir şeyin önemi yoktu. O bir annenin görmek isteyeceği her şeyi görmüştü. Aslan gibi bir çocuğu olduğunu, onun meslek sahibi olduğunu ve hayatını doğru bir insanla birleştirdiğini, hepsini görmüştü. Hayatın karşısına çıkarttığı bu garip tesadüf içinde bir yerlere saklayıp üzerine kilit vurduğu beklentilerini ortaya çıkarmış, bunu da doya doya yaşamasını sağlamıştı. Bütün bunlarda hiçbir emeği olmamasının burukluğundan başka bir huzursuzluğu yoktu. Bundan sonra rahat ölebilirdi. Yaşadıkları kalan ömrünün her dakikasında onu mutlu etmeye yetecekti. Hayatının en büyük sırrını bir günah gibi gizlemiş, acısını da sevincini de kendi kendine yaşamıştı... Huzur içinde girdiler eve. Murat sevinçten hiçbir yere sığmıyordu: - Pelin Ergin Hanım... İnanamıyorum, ben şimdi evli bir adamım... Yaşlı kadına döndü: - Ahraz Anam, bu harika bir şey. Bu güzel kızı bulduğum için çok şanslıyım ben. Gülbahar gözleri dolu dolu baktı oğluna. Başını sallamakla yetindi. İçindeki fırtınaları zapt edebilmek için öylesine bir çaba harcıyordu ki... Bu mutluluğun sahiplerinden biri olduğunu haykırıp asıl yerine oturmak, oğlunu ve gelinini bağrına basmak engel olunması zor coşkulardı. Dudaklarını ısırdı. Bütün gücünü topladı ve boğuk sesiyle mırıldandı: - Allah ikinizi de mutlu etsin oğlum! Murat gözlerini kısarak baktı yaşlı kadına. Yerinden kalkıp gelip ellerine sarıldı, öpüp başına koydu bu buruşmuş, yorgun elleri: - Anam, uzakta olsak da iki evladın olduğunu sakın unutma... Kapımız hep açık ve yerin başköşe. Ne zaman istersen seni gelir alırım. Başını salladı yaşlı kadın. Artık oğlunun gözlerinin içine bakamıyordu... DEVAMI YARIN