İpek doktorun iltifatına gülümseyerek karşılık verdi. Sonra heyecanla sordu: - Kendisini görebilirim değil mi? - Tabii ki hanımefendi. Çok fazla yormamak şartıyla görebilirsiniz. Genç kız teşekkür ederek 216 numaralı odaya doğru ilerledi. Kapıyı hafifçe tıklatarak başını uzattı. Safiye pencere kenarındaki yatakta yatıyordu. Gözlerini cama dikmiş, gökyüzüne bakıyordu. Yanakları ıslaktı. Üzerinde sokak giysileri vardı. Alelacele buraya getirilmiş olduğu için olduğu gibi yatırmışlardı. Yavaşça başını döndürdü kapıya doğru. İpek gülümseyerek yaklaştı: - Nasılsınız Safiye hanım? Kadın tanımadığı bu genç bayana merakla baktı. Usulca fısıldadı: - Teşekkür ederim kızım. - Beni hatırladınız mı? Safiye yutkundu. Hiç görmediği bir yüzdü karşısındaki. Başını iki yana salladı: - Bilemedim kızım... İpek yatağa yaklaştı ve bir ucuna oturdu: - Sizi dün ben getirdim hastahaneye. Önce başınız sağ olsun demek istiyorum. Ben cezaevi müdürünün odasındaydım. Bir iş için orada bulunuyordum. Her şey benim önümde oldu. Siz fenalaşınca arabamla getirdim sizi. Adım İpek. Safiye gözlerini kıstı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı yeniden. - Teşekkür ederim kızım. Keşke getirmeseydin ama. Yaşayıp da ne yapacağım ki artık. Ne bir amacım, ne bir beklentim, hiçbir şey kalmadı bu hayattan... Bir tek oğlum vardı, onu da yitirdim, kimsem kalmadı artık. Yapayalnız kaldım... Genç kız dudaklarını ısırdı: - Teyzeciğim, acınız çok büyük biliyorum ama Allah'ın verdiği canı Allah alır. Onun zamanını, zeminini o bilir. Sabretmek gerekli biz kullar için. Çok zor ama yapacak bir şey yok. Size takdir edileni kabullenmek zorundasınız. İsterseniz ben de sizin bir evladınız olurum. Sizi ararım, ziyaretinize gelirim. Safiye içinin acıdığını hissederek baktı onun yüzüne. Elini yavaşça kaldırıp onun siyah saçlarına dokundu usulca. Sonra fısıldadı: - Benim de senin gibi bir kızım vardı, onu bir aylıktı son gördüğümde... Biliyor musun? Bunu kimselere söylemedim hiç, şimdi sana neden söyledim bilmiyorum.... İpek atıldı: - Neden görmediniz? Hiç aramadınız mı? - Aramadım kızım. Çok uzun hikâye... Zor bir hikâye, acı bir hikâye... Hayatımda zor olmayan hiçbir şey yok ki. Ama evlatlarımdan ayrılmak... En acısı bu. Her şeyimi oğluma adamıştım. Elimde kalan tek sevgiydi. Tek umudumdu. O da yitti gitti. Elimdeki her şey gibi o da yitti gitti... Hıçkırıkları sözünü kesti. Dudakları kıvrıldı. Yorgun yüzünden çektiği ıstırap okunuyordu. - Yorgunum artık güzel kızım, çok yorgunum... *** Hülya hanım sehpanın üzerindeki porselen demlikten kulplu fincanına çay doldurdu. Tepsinin içindeki keklerden bir tanesini tabağına alıp arkasına yaslandı. İpek düşünceli bir tavırla: - Çok üzüldüm anne durumuna. O kadar nur yüzlü ama bir o kadar da acı çekmiş bir ifadesi var ki. Belli ki hayatı hep ıstırap içinde geçmiş. Bir de kızı varmış biliyor musun? Bir aylıkmış kızından ayrıldığında. Bir daha hiç görmemiş, bir tek oğlu kalmış elinde, onu da yitirdi. Kimsesi yok hayatta. Öyle bitkin, öyle yorgun ki... İnsanın yüreği parçalanıyor. DEVAMI YARIN