Bekir bu sözler üzerine hiçbir şey söylemedi. Bir süre düşündü. Murat kendi kendine konuşuyor gibiydi: - Benim oğlum, bunca sene hasret kaldığım uğruna hayatımı vermeye hazır olduğum bu dünyadaki tek varlığım, kanım, canım... Bunun acısını çıkartacağım Betül'den. Yaşadıklarımın hesabını verecek. Evladına hasret olmak ne demekmiş öğrenecek... Bekir kaşlarını kaldırdı: - Bunları sen mi söylüyorsun? Kişisel hırslarınız için kurban edeceğiniz ne? Onu düşündün mü? O gencecik, hayata umutla bakan, beklentileri olan gence ne olacak? Onu düşündün mü? Murat sinirlenmişti. Âdeta kükredi: - Ya benim bunca senedir yaşadıklarım? Onun bedelini ödetmeyecek miyim Bekir Baba!.. Bekir ayağa kalkmıştı. Yaşlandıkça sevimliliği daha da artmış, nur yüzlü bir ihtiyar olmuştu. Kapıya doğru yöneldi. Tam çıkmak üzereyken geri döndü: - Haklısın, sana kızmamak lazım. Bunca senedir evladını görmedin ki evlat sevgisini bilesin, onun iyiliğinin kendi isteklerinden, her şeyden önce geldiğini kavrayabilesin... Kızmamak lazım. Ana baba olmak bencil olmak değildir oğul. Onların bir tek gözyaşı ömründen ömür götürür. Bunu yaşamak lazım. Senin nereden haberin olacak ki! Baba olmak özel bir iştir! Murat taş kesilmişti bir anda. Öfkeyle bağırdı: - Yeter! Ben sana olanları anlattım, akıl istemedim. Bekir gözlerini kıstı yeniden. Uzun bir bakış fırlattı Murat'a, sonra kapıyı açtı ve çıkmadan önce fısıldadı: - Haklısın evlat, affedersin! Murat üzülmüştü. Hiddetle elini masaya vurdu ve üzerindeki evrakları fırlatıp attı. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyordu. Aklında sadece oğlunu bulduğu düşüncesi vardı. Bundan sonrası için düşündüğü tek şey kendisiydi. Kendi yaşadıkları, çektiği acılar, duyduğu özlem... "Yarın daha net bir şeylere karar veririm. Şimdi uyumalıyım..." diye söylendi. Odasına çıktığı zaman saat dörde geliyordu. Sabah bir grup turist gelecekti ve erken kalkması lazımdı. Ilık bir duş aldıktan sonra pijamalarını giydi ve yatağa girdi. Uyuması mümkün değildi. Gözünün önünde restoranda yemek yedikleri manzara vardı. "Demek Betül'ün kocası o adam ha! Benim yerime gelen insan..." Gözlerini kapattı: "Ah Şükrü Karahan! Sen, bütün bunların tek müsebbibi sensin..." İçinde şaşkınlık, öfke, intikam, özlem birbirine karışıp harmanlanmış, garip, tutarsız duygular halinde benliğini kaplamıştı. Uzun süre mücadele etti uyumak için. Bir türlü başaramadı. "Betül Karahan veya her neysen... Şimdi sıra bende artık... Beni gözü kapalı terk edip gidişinin bedelini ödeyeceksin. Sen de hasret kalacaksın evladına. Belki seni suçlayacak! Ben de o zaman içim rahat bir şekilde seyredeceğim olanları..." Sabahın ilk ışıkları etrafı aydınlatmaya başladığı sırada doğada ne kadar böcek varsa sanki sözleşmişler gibi hep bir ağızdan bağırmaya başlamışlardı. Çok geçmeden bu koroya kuşlar da katıldı... > DEVAMI YARIN