Muharrem Çavuşun karısı Hafize Hanım kendi oğlunun yerine koymuştu Ahmet'i... Bu yüzden genç adam ayrılamıyordu onların yanından. Elinden geldiğince eve katkıda bulunmaya çalışıyor, yük olmamak için hem Hafize Hanıma, hem de Muharrem Çavuşa yardım ediyordu. O sabah da birlikte gelmişlerdi Muharrem'le. Hemen işinin başına geçmişti Ahmet. Çok şey öğrenmişti buraya geleli. İşini iyi anlamış, hatta çalışanların hesaplarını bile yapmaya başlamıştı. Müteahhit Kemal Bey Ahmet'in güvenilir, mert, sözünün eri bir insan olduğunu fark etmişti ve ona güveniyordu. Artık onunla her derdini paylaşmaya başlamıştı. Bu arada pek çok inşaat işi almıştı ve Ahmet'i bırakmak niyetinde değildi. Hatta bir gün önce: "Canını hiç sıkma, ben senin sevdiğin kızı alman için ihtiyacın olan para konusunda gerekeni yapacağım. Bana güven oğlum. Bir kolayını bulacağım, sen bana taksit taksit ödersin sonra... Yeter ki benim almam gereken bazı paralar var, onları alayım. Sanıyorum bir iki aya kadar her şey hallolacak. Altı ay bile beklemeyeceksin" demişti. Ahmet sevincinden çılgına dönmüş, o gün eve giderken alışveriş yapmış, Hafize ananın becerikli elleriyle hazırladığı nefis bir yemek yemişlerdi. İçi rahattı artık. Kemal Beye güveniyordu. Bu güzel haberi Elmas'a hemen verebilmeyi çok istiyordu. Bu yüzden bir mektup yazmayı planlıyordu kafasında. Her hafta pazartesi günleri Samim Ustaya telefon ediyordu. Anasına haber yolluyor, Elmas'ı soruyordu. Saatine baktı. Paydosa dört beş saat kalmıştı. Kemal Beyin söylediklerini sevdiklerine ulaştırmak için sabırsızlanıyordu. Bu teklifi duyduğu andan beri sevinç içinde planlar kurmaya başlamıştı. İstanbul'da otururlardı artık. Kendilerini Zonguldak'a bağlayan bir şey yoktu. Buradan bir ev tutar, anasını ve karısını alır gelirdi. Kazandığı para ile de kıt kanaat bile olsa geçinir giderlerdi. Arkasına yaslanıp ellerini başının üzerine kaldırıp gerindi. Sırtı ağrımıştı. Barakanın kapısının önünde oturan küçük çocuğa seslendi: - Taner, haydi bana bir çay getiriver aslanım... Saatine baktı, ikiye geliyordu. Öğlen paydosuna bile çıkmamış olduğunu o an fark etti. Gülümsedi kendi kendine. Karnı acıkmıştı. Kemal Bey öteki şantiyeleri dolaşmaya gitmişti. O burada yokken tek sorumlu Ahmet kalıyordu. Taner'in getirdiği çayını karıştırdı, bir yudum aldı. Tam o sırada çaldı telefon. Kemal Beyin masasına yürüdü. Ahizeyi kaldırdı. Samim Ustanın sesini hemen tanımıştı: - Samim Usta, benim... Neden beklemedin, bugün pazartesi, ben arayacaktım seni... Samim Ustanın tedirgin sesi cevap verdi: - Ahmet, sana söyleyeceklerim var aslanım... Buraya gelmen lazım oğlum... - Oraya mı? Samim Usta işimi bırakamam ki... Ne oldu, tatsız bir şey mi var? Kısa süreli bir sessizlik oldu. Sonra yaşlı adamın sesi tekrar duyuldu: - Annen... Annen biraz rahatsız Ahmet... Ahmet heyecanlanmıştı. - Ne oldu Samim Usta... Ne oldu anneme? diye bağırdı. Samim Ustanın boğuk sesi bir tokat gibi patladı beyninde: - Anneni kaybettik oğlum, anneni kaybettik. Hemen gel Ahmet... > DEVAMI YARIN