Toros dağlarının kıvrılan yollarında hızla ilerliyordu avukat Harun Beyin kullandığı araba. Önde Necla Hanım arkada ise Aliye oturuyordu. Necla Hanım saatine baktı: - Neredeyse bir saatlik yolumuz kaldı. Bir saat sonra köye gireriz. Aliye sessizdi. İçinde tarif edemediği duygular çarpışıyordu. Seneler sonra kendisini hazır hissetmiş ve babasını görmek istemişti. Davut'un ne yaptığından kimsenin haberi yoktu. Hüseyin mahkum olduktan sonra Aliye hiç aksatmadan her gün ağabeyini ziyaret ediyordu. Onunla birlikte yaşanmamış yılların acısını çıkartmak istercesine durmadan konuşuyorlar, eskiden bahsediyor, gelecek için planlar yapıyorlardı. Aliye ağabeyine moral veriyor, senelerin çabuk geçeceğini söylüyordu. Bu arada Hasan'ı bulabilmek için girişimlerde bulunmuş ama bir netice alamamıştı. Nihayet babasını görmeye karar vermişti günün birinde. Geçmişin hesabını sormak niyetinde değildi. Sadece kendi kanını taşıdığı, bir parçası olduğu babasıyla karşılaşmak onu şimdiki aklıyla tanımak istemişti.. Araba toprak yola saptığı zaman heyecanlandığını fark etti. Soluğunu tutmuştu. Necla'nın kendisine destek olan tebessümlerine güçlükle karşılık veriyor çırpınan yüreğini sakinleştirmek için kendi kendine telkin ediyordu. Deliklitaş köyünün evleri gözüktüğü zaman oturduğu yerde doğruldu. Çocukluğunun geçtiği yerleri dikkatle izliyor, anılarını tazelemeye çalışıyordu. Araba köyün meydanına girdiği zaman Aliye sanki geçmişte yaşıyor gibiydi.Araba meydanın ortasında durdu. Eskiden köy kahvesi olan yerde yeni bir bina vardı. İki katlı binanın alt katı yine kahvehaneydi. Harun Bey arabadan inerek kahvede oturan iki kişiye seslendi: - Selamünaleyküm beyler, muhtar nerede? Adamlar selamı aldılar. Bir tanesi yerinden kalkıp sol tarafı işaret etti: - Aha beyim, şuradan gidin, hemen soldaki ev. Muhtar diye yazar, tabelası var. - Sağ ol birader. Tekrar arabaya binip çalıştırdı. Necla Hanım yüzünde soluk bir tebessümle mırıldandı: - Hiç değişmemiş, birkaç küçük farklılıktan başka değişen bir şey yok. Araba muhtarın evinin önünde durdu. Aliye merakla etrafına bakarak indi arabadan. Necla Hanım aceleyle girdi muhtarın ofisine: - Merhaba kardeş... Muhtar siz misiniz? - Evet bacım, ne istemiştin? - Biz Davut'u arıyoruz. Davut Çelik. Muhtar uzun boylu, sarı bıyıklı bir adamdı. O kadar zayıftı ki elmacık kemikleri sanki bütün yüzünü kaplıyor gibiydi. Kızıl saçları alnının tam ortasından başlıyordu. - Davut mu? Ne yapacaksınız Davut'u? - Biz onun akrabalarıyız. Nerede kendisi? - Davut evindedir. Ama Davut artık hayretmez. Çok düşkün oldu. Çok yaşlandı. Karısı vardı, iki sene önce kaçıp gitti. Çekemedi kahrını. Şimdi köy halkı bakıyor Davut'a. Hiç akrabası olduğunu bilmiyordum. Çocukları vardı ama onlar da çil yavrusu gibi dağıldılar zamanında. Necla Hanım dudaklarını ısırdı. Hayat insanın karşısına umulmadık şeyler çıkartıyordu.. DEVAMI YARIN