Birkaç mutlu gün yaşamıştı o kadar -60-

A -
A +

İrhan'ın yüzüne baktı cevap bekleyerek. Genç adam başını salladı; - Merak etmeyin, kimseye bir huzursuzluk vermem ben. Sevilmediğimi, istenmediğimi, bu görüşmelerin zorla olduğunu biliyorum. Eğer arzu ederlerse beni hiç görmezler bile. Adam gülerek başını salladı; - Tabii ki, özür dilerim, sadece hatırlatmak istedim ben. Sonra ayağa kalktı acelesi varmış gibi. - Evet, biz gidelim artık. Orhan oğluna sıkı sıkı sarıldı. Emre Can hiçbir şeyden habersiz, iri yeşil gözleriyle bakıyordu etrafına. - Haydi oğlum, baban seni bırakmıyor, sadece iyi yetişmen için senden belli zaman için fedakârlık ediyor. Canım yavrum benim... Güzel oğlum... Tahsin bey kucakladı bebeği. Bir naylon torbaya doldurmuştu onun eşyalarını Orhan. Onların arabaya binişlerini içi acıyarak izledi. Az sonra soğuk ve artık kendisine ürkütücü gelen evde tek başına kalmıştı. Orhan bomboş kalan evde, çaresiz bir şekilde bir köşede oturuyordu. Kısa bir zaman zarfında yaşadıklarını düşündü. Hayatı boyunca hep mücadele etmişti. Yalnızlığın, kimsesizliğin acısını o kadar iyi biliyordu ki... Hayatına yıldırım gibi giren çok sevdiği karısıyla birkaç mutlu gün yaşamıştı o kadar... Ondan sonrası hep acı, hep hüzün, hep mücadeleydi. Şimdi hayatını adadığı tek varlık olarak kalan oğlundan da ayrılmıştı. Kaybettiği eşinin acısına bir de evlat hasreti eklenmişti artık. "Bu kadar çabuk pes etmemeliydim" diye içini çekti. Ama öylesine şaşkın ve çaresiz kalmıştı ki. Hayatın acımasız çarklarının arasında biricik evladının da yitip gitmesinden korkmuştu. Biliyordu ki Enver beylerin yanında oğlu en güzel şekilde, rahat ve iyi yetişecekti. Onun mutluluğu için ondan fedakarlık etmek zorunda kalmak acı da gelse en doğru işti. Bundan sonra tek amacı olacaktı artık. Çalışmak, durmadan çalışıp sonunda mutlaka birlikte olacağına inandığı oğluna en iyi şartları hazırlamak... "Bana kızma sakın Selda'm... Başka çarem kalmadı. Ama sana söz veriyorum, oğlumuz yanıma gelecek." Ağlamak istiyordu. Doyasıya, hıçkıra hıçkıra, saatlerce ağlamak... Belki o zaman yüreğini boğan bu sıkıntıdan kurtulabilecekti. Sabahtan beri bir tek lokma yemek yememişti. Ağzının içi zehir gibi olmuştu. Zaman geçmiyor gibiydi. Daha fazla oturamadı evde. Ceketini alıp fırladı. Doğruca atölyeye gitti. Feyyaz bey onun geldiğini görünce ofisinden çıktı: - Orhan, ne oldu? Nasıl geçti? Genç adam kollarını kaldırdı. Bitkin görünüyordu. Bütün atölye işi bırakmış, onun cevabını bekliyordu. - Bakımını dedesine verdi hakim. Ama istediğim zaman gidip göreceğim. Ben şartlarımı düzeltene kadar. Feyyaz bey dişlerinin arasından anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. Sonra onun yanına gelerek omzunu sıvazladı, şefkatli bir sesle: - Böylesi daha hayırlı inan oğlum, daha hayırlı... Düşünüyordum nasıl yapacak, nasıl edecek diye. Nereye bırakacaktın, küçücük bebek, bakım ister, ilgi ister. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.