Haldun Demir, hemen kendi odasını açtırmış, Nevin hanımı, daha rahat edebileceği düşüncesiyle oraya yerleştirmiş, kendisine yapılan iğneyi öğrenip ek olarak bir ilaç daha verdirmişti. İşin en zor kısımlarından birine gelmişti sıra. Ferit Yılmaz'a acı haberi vermek zorundaydı. Ferit beyle daha bu akşam üzeri görüşmüşlerdi. Bu menfur hastalık için Amerika'da yapılan araştırmalardan bahsetmiş, başarılı sonuçlar alındığını bildirmişti. Serdar'ın bünyesinin dayanıklı olduğunu, hastalığın seyrinin beklenenden daha yavaş yürüdüğünü anlatmış ve biraz olsun yüreğine su serpmeye çalışmıştı. Şimdi ise bütün o söylediklerini yalanlarcasına son noktayı koyacak olan bu korkunç haberi verecekti. Elleri titreyerek telefona uzandı. Numarayı ağır ağır tuşladı. Beklemeye başladı. Birkaç saniye sonra karşı taraftan ince bir ses duyuldu: - Alo, buyurun? - Doktor Ferit Yılmaz'ın evi mi? - Evet efendim, ben kızıyım... - Ben doktor Haldun Demir kızım. Şey için aramıştım... Birkaç saniyelik sessizlik oldu. Haldun bey devam etti yavaşça: - Metin olun kızım. Kader bu... Serdar oğlumuzu kayb... Haldun Demir lafını bitiremedi... Meral elindeki ahizenin yere düşmesi sonucu çıkan gürültüyle irkildi. Bütün sinirleri boşalmış, hiçbir şey hissetmiyordu. Biraz önce yatmıştı babası. Bugün yorgun olduğunu söyleyerek odasına çekilmişti. Dudaklarını ısırdı olanca gücüyle. Ağzının içine dolan tuzlu ekşimsi kan tadını hissedince dudaklarının kanadığını fark etti. Tekrar aldı ahizeyi: - Doktor bey annem nasıl? Haldun Demir yeniden bir ses duymanın sevinciyle cevap verdi: - Anneniz kontrol altında, merak etmeyin yavrum, beni korkuttunuz demin. Sizin güçlü olmanız lazım evladım. Ben burada hastahanedeyim, annenizi merak etmeyin. Meral güçlükle teşekkür ederek kapattı telefonu. Aylardır bilinç altında bu anı yaşıyor, ama bunun adını koymaya bile korkuyordu. Nihayet bucak bucak kaçtıkları acı son gelmişti. İşte her şey bu kadardı. "Başınız sağolsun" denecek ve düşüncesinden bile korktukları korkunç gerçekle bu kadar ani bir şekilde karşı karşıya kalınacaktı. Ayakları yürümüyor, sürükleniyordu adeta. Bunu babasına nasıl söyleyeceğini düşünüyor, güç vermesi için Allah'a dua ediyordu. Salondan dışarı çıktığı anda Ferit beyin bembeyaz yüzüyle burun buruna geldi. Korkarak fısıldadı: - Baba! Burada ne arıyorsun? Ferit bey gözlerini kısarak baktı kızına: - Öldü değil mi? Serdar'ım öldü değil mi? Meral babasının boynuna sarıldı, baba kız sarsılarak ağlamaya başlamışlardı. Ferit bey çocuk gibi hıçkırıyor, omuzları sarsılıyor, katılıyordu. Meral ise sessizce dökülen gözyaşlarını silecek dermanı bile bulamıyor, evlerine, ailesinin üzerine çöken bu kapkara bulutların ardında artık aydınlıklara nasıl uzak kaldıklarını düşünüyordu. Serdar'ın tatlı sohbetleri kulaklarında çınlıyor, onun gülüşü gözlerinin önüne geldikçe içinden bir alev halinde yanan bir acı yükseliyordu. DEVAMI YARIN