Kadriye salatanın yağını ve tuzunu da koyduktan sonra özenle sofraya getirdi. Bir iki adım geri çekilip baktı. Her şey tamamdı. Ellerini yıkayıp üzerini değiştirdi. Artık misafirleri gelebilirdi. Üç sene önce, Harun müdür olduktan sonra yeni bir eve taşınmışlardı. Bir apartmanın ikinci katında oturuyorlardı. İki oda bir salonlu ev ana oğula bol bol yetiyordu. Harun evin özellikle kaloriferli olması için çok uğraşmış ama bütçelerine uygun istedikleri gibi bir ev bulamamışlardı. Hayat çok pahalıydı. Salona bir kömür sobası kurmuşlardı çaresiz. Kadriye'ye kalsa bu kadarı bile hayallerinin çok üzerindeydi. Kuş yuvası gibi küçük evinde oğluyla birlikte yaşaması onun için yetip artıyordu bile. Bütün arzusu oğlunu iyi bir kızla evlendirebilmekti artık. Zaman zaman yıllardır görmediği iki yavrusunu düşünüp ağlıyordu. İçinde derin ve kapanmaz bir yara olarak yer etmişti ikisinin de sevgisi ve özlemi. Hiçbir haber alamamıştı. Yıllarca aramıştı evlatlarını. Sonunda tevekkül edip kadere boyun eğmiş, yüreğindeki derin sızıyla yaşamasını öğrenmişti. Hülya'nın mezun olması sebebiyle Ferda Hanımları yemeğe çağırmıştı. Ara sıra Dinçer Beyin arzusuyla Kadriye'nin evinde birlikte yemek yedikleri oluyordu. Hayatı boyunca Ferda Hanıma ve Dinçer Beye dua etmişti. Onlar olmasaydı bugünlere gelemezdi. Sabri ile Yıldız ise on sene önce İstanbul'dan memleketlerine geri dönmüşlerdi. Sabri artık burada yaşamanın mümkün olamayacağını düşünerek ani bir karar almıştı. Birkaç kuruş para biriktirmişler ve memleketlerinde yaşamaya karar vermişlerdi. Onların gidişi de üzmüştü Kadriye'yi. Burada görüştüğü, dertlerini paylaştığı bir tek onlar vardı. Bunları düşünürken kapının çalındığını duyarak yavaşça oturduğu yerden kalktı. Artık bedeninde ağrılar, sızılar başlamış, giderek artar olmuştu. Çabuk çökmüştü talihsiz kadın. Kapıyı açınca Harun ve Hakan'ı gördü. Mutlulukla gülümsedi: - Hoş geldiniz evlatlarım... Hakan elindeki tatlı paketini uzattı: - Anacığım, karınca kararınca bir şey aldım. - Neden zahmet ettin yavrum, hiç gerek yoktu... Hakan elini öptü kadının. Harun ise annesinin yanağına sevgi dolu bir öpücük kondurduktan sonra yan gözle salonda hazırlanmış sofraya baktı: - Ooo, döktürmüşsünüz yine Kadriye Sultan, bu ne muhteşem sofra böyle... İnsanın iştahı açılıyor. Gülümsedi Kadriye. Alışıktı oğlunun bu şakalarına. Hep birlikte içeri girdiler. Harun kendini koltuklardan birine attı: - Öyle yorgunum ki... Bacaklarım tutmuyor inan ki... Hakan etrafa göz gezdirdi: - Haklısınız müdürüm. Bu hafta bayağı yoğundu. Kadriye'ye döndü: - Misafirler henüz gelmemiş... - Şimdi gelirler oğlum. Şimdi gelirler. Harun yardımcısının bu anlaşılır telaşına manalı bir şekilde gülümsedi. Onun aklının Hülya'da olduğunu biliyordu. Çok geçmeden kapının zili iki kere uzun uzun çaldı. Kadriye telaşla fırladı yerinden: - Geldiler işte. Bu Hülya'nın çalışı. Ondan başkası böyle kapı çalmaz... > DEVAMI YARIN