İki kadın köşede başbaşa konuşurlarken çıktı doktor odadan: - Bu bebeğin annesi kim? Diye sorunca Safiye koşarak gitti doktorun yanına: - Benim doktor, annesi benim, nasıl Hakan'ım? Doktor yukarıdan aşağıya süzdü Safiye'yi: - Çocuk çok üşütmüş, bronşit olmuş. Ayrıca yetersiz beslenmesi de var. İlaç yazdım, aksatmadan içirin. Beş gün sonra yeniden getirin, görelim. Ateş düşürücü iğne yaptık. Geçmiş olsun. Gıdasına dikkat edin yalnız. Başını salladı genç kadın. Doktorun ardından hemen odaya girdi ve oğlunu kucakladı. Bağrına bastı. - Canım oğlum benim, Hakan'ım benim. Nazar mı değdi sana yavrum? Hemşirenin verdiği reçeteyi aldı. Dışarı çıktı. Gülizar ve Cahit merakla kendisine bakıyorlardı. - Üşütmüş, bronşit mi ne dedi, her neyse, ondan olmuş, ilaç verdi. Gıdasızmış... Gülizar derin bir nefes aldı: - Demedim mi ben sana merak etme diye. Çocuktur, geçer, ilaçlarını verirsin, bir şeyciği kalmaz, hepimiz büyüttük kızım, olur böyle şeyler. - Allah razı olsun sizden, dar günümde koştunuz. Zahmet verdim size de... Cahit başını salladı: - Delirme bacım, kötü gününde yanında olmazsak dostluğun anlamı mı kalır!.. Gülizar bir şeyler anlattı. Bak kızım Safiye, aklını kullan, gereksiz duygusallıklar yapma. Doğacak çocuğunu hazır isteyen varken ver. Hayatını kurtaracaksın yavrunun. O yalancı, sahtekar kocandan hayır yok sana. O seni sadece sömürür. Bak, doğruyu söylüyorum. Halil benim arkadaşım ama işin bir de gerçeği var, değil mi? - Haklısın Cahit ağabey. Benim de aklım yatıyor. Hele bugün üst üste şu yaşananlardan sonra... Eve gitmeden eczahaneye uğrayıp ilaçları aldılar. Safiye cebindeki bütün parasını da ilaca vermişti. Aylığını alana kadar beş kuruşu kalmamıştı. Yanında kalan para sadece işine giderken yol parasına yetecekti. Gülizar sokağı döndükleri zaman atıldı: - Eve kadar götürelim seni. Ama önce bize bir uğrayalım, sıcak bir çorba içirelim Hakan'a. İlaç içmeden midesine bir şeyler gitsin. Baksana gıdasız kalmış. Hem de iki yün battaniye var, onları vereyim, sarının da gece üşümeyin. Bizim de halimiz belli be Safiye, yoksa ben seni hiç boş koymam... Çorbalarını içip battaniyeleri de aldıktan sonra Gülizar ve Cahit zavallı Safiye'yle oğlunu evlerine kadar götürdüler. Biraz kalıp döndüler. Safiye içini çekerek baktı evladına. Sakinleşmişti Hakan. hâlâ kesik kesik öksürüyordu ama rahatlamıştı. Yapılan iğne etkisini göstermiş, ateşi de düşmüştü. Dikkatle yatırdı oğlunu. O kadar küçük ve o kadar saftı ki... Hıçkırıklarını tutarak eğildi, onun bembeyaz, pamuk gibi yanağına bir öpücük kondurdu. Şefkatle başını okşadı: "Yavrum benim... Güzel oğlum benim, senin için yaşadığımı biliyorsun değil mi?!." Divana bıraktı kendini. Gülizar doğru söylüyordu. Duygusallığın anlamı yoktu. Birkaç saat içinde olanlar meydandaydı. Bundan sonra neler olacağı belli değildi. Böyle belirsiz bir hayatın içine, hiçbir günahı, hiçbir suçu olmayan küçücük bir canı atmaya hakkı yoktu: "Al Hülya hanım, yavrum sana emanet olsun. Onun bahtını anasınınkine eş etme. Kurtar yavrumu!" DEVAMI YARIN