Çocukları onun her şeyiydi...

A -
A +

Kadriye tepsiyi kaldırıp mutfağa girince beyaz örtüsüyle gözlerinde biriken iki damla yaşı sildi. Sermet'in verdiği kararı onaylamadığı belliydi ama hiçbir şey söyleme, fikrini beyan etme gibi bir hakkı yoktu. Zaten dinlemezdi kocası. Dinlemediği gibi de sinirlenir belki de şiddet kullanırdı. Son bir yıldır çok şey yaşamıştı bu konuda genç kadın. Daha bir hafta öncesinde dayak yemişti kocasından. Hem de acımasızca bir dayak. Küçücük bir sebepten deliye dönmüştü Sermet. Aldığı darbelerin vücudunda bıraktığı izler hâlâ duruyordu... Güzel bir kadındı Kadriye. İri siyah gözleri, parlak siyah saçlarıyla dupduru bir yüzü vardı. Biçimli dudakları, küçük burnu pürüzsüz cildi ile gören herkesin beğendiği bir tipti. Evlendiğinden beri kocasının gölgesi altında, hiçbir söz hakkı olmadan yaşıyordu. Evleneceği zaman çok ağlamıştı. İstememişti Sermet'le evlenmeyi. Onun gönlü kendi köylerinde yaşayan bir gençteydi. Ama bu konuda değil duygularını ailesine söylemek ağzını "istemiyorum" diye açtığı zaman başına geleceği çok iyi biliyordu. Sevdiği genç de onun nişanlandığını duyunca köyü terk edip gitmişti. Bir daha da görmemişti onu. Gencecik yüreğini sevgiyle tanıştıran ilk insanı da böylece çıkartmıştı hayatından... Kaderine razı olmuştu... Evlendiğinin ertesi yılında Harun dünyaya gelmişti. O iki yaşındayken çok sevdiği kızı Azize doğmuştu. İki sene sonra da en küçük oğlu Alper'i vermişti yüce Allah. Çocukları onun her şeyiydi. Hayatının tek anlamı olarak görüyordu evlatlarını. Onlara gözünün bebeği gibi bakıyor, ilgileniyor, yakın olmaya çalışıyordu. Kendisinin yaşamayı arzu ettiği ama asla yaşayamadığı anne baba ilişkisini kendi çocuklarıyla kurmayı başarabilmişti. Yaşadıklarından aldığı dersi iyi öğrenmişti. Ama hiçbir şey tek taraflı olmuyordu. Annelerine yakın olan çocuklar babalarından bir o kadar çekiniyorlar ve ona uzak duruyorlardı. Sermet, bir gün olsun hiçbirisini kucağına alıp sevmemiş, ilgilenmemişti... Bu konuda o da suçlanamazdı. Çünkü o da böyle görmüştü... Kadriye bulaşığı yıkadıktan sonra odaya döndü. Sermet, sedirin üzerinde bağdaş kurmuş, sigarasını yakmış, düşünceli bir şekilde dışarıyı seyrediyordu. Hava soğuktu. Odanın bir köşesinde yanan teneke sobanın kenarları kızarmıştı. Gözlerini kısarak baktı karısına adam: - Çıkar gideriz buradan. İstanbul'a giden herkes zengin oldu. Koca İstanbul'da bize mi yer yok? Yüz tane Genç eder İstanbul. İcap ederse Harun da çalışır. Kadriye dehşet içinde kaldırdı başını. Bütün cesaretini toplayarak kekeledi: - O okuyacak... Okula gidecek... Sermet kaşlarını çatarak baktı: - Konuşma! İcap ederse çalışacak, yardımcı olacak. Okumakla adam olunmuyor... Gerekirse hem çalışır hem okur. Ben daha fazlasını yapamam. İş yok, güç yok. Kadın başınla bilmediğin işlere karışma. Ben ne dersem o olacak. Hazırla bir çıkın bana. Köye gidip şu toprağın satışını yapayım. Birazdan çıkarım yola. Otobüse yetişeyim. Kadriye bu işin dönüşünün olmadığını anlamıştı. İçini çekerek kalktı yerinden. Çıkını hazırlarken inci gibi yaşlar süzülüyordu gözlerinden. Kocasının aldığı kararın yanlış olduğunu düşünüyor, tanıdığı kocasının İstanbul gibi bir yerde bir baltaya sahip olabileceğine inanmıyordu. Ama çaresiz sessiz kalmak zorundaydı...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.