Davut düşünceli bir şekilde gözlerini bir tek noktaya dikmişti. Hasan hafifçe boğazını temizleyip söze başladı: - Baba, şu işi bir bağlayalım artık... - Dur yahu, anlattık sana durumu, acelen ne bu kadar, paşaya kelle mi yetiştireceksin? Hasan sıkıntıyla soludu. Yardım ister gibi annesine baktı. Zübeyde Hanım başını eğdi. Davut tekrar öksürdü: - Neden bu kadar celalleniyorsun ki? - Ulucak'tan görücü gelecekmiş Elif'e... - Yapma yahu! Vay Halil'e bak, üç kağıt yapıyor demek ki.. Hele bir konuşayım kendisiyle yarın. Karısına döndü: - Yarın sen de git Halil'in karısına. Ağzını ara bakalım. Sonra kaşlarını çatarak kızına döndü: - Kız sümsük sümsük oturma orada, kalk çay koy. Aliye fırladı yerinden. Mutfağa koşup hemen ocağa koydu çaydanlığı. İçin için gülüyordu. Daha önceden duymuştu Elif'e görücü geleceğini. Bardakları hazırladı ve çaydanlığı bir havluya sararak odaya götürdü. Davut hâlâ Elif'in babasına veryansın ediyordu: - Bu iş artık namus meselesi oldu. Davut kız isteyecek, kız babası da hayır deyip başka birine verecek kızını. Olmaz öyle şey. Dar ederim Halil'e bu köyü o zaman. Oğluna dönüp sırtını sıvazladı: - Merak etme sen, elbet bir yolunu bulacağım bu işin. Öyle de kötü ki vaziyet. Kendimizi ancak geçindirir olduk. Tarlayı satsak bile adamın istediğini karşılayamıyoruz. Nereden nerelere geldik tövbe Yarabbim... Kızının uzattığı çayı aldı. Höpürdeterek bir yudum içti. Zübeyde korkarak mırıldandı: - Araya ihtiyarları soksak... Davut yüzünü buruşturdu: - Ben işimi ihtiyarlara falan bırakmam kadın! Ben kendim hallederim. Oğlumun isteği başımın tacıdır. Aslanım o benim... Aliye kendi kendine düşündü: "Ben bir şey istesem böyle yapmaz babam. Ne farkım var ki ağamdan benim. Ben de evladıyım onun. Onun istekleri başının tacı, benimkiler kabahat!" Hasan biraz ferahlamıştı. Aliye'ye döndü: - Çay koysana kız! Aliye hemen atıldı. Ağabeyine çayını doldurdu. Sofrayı kaldırdı. Mutfakta iki lokma bir şey atıştırdı kendi başına. Bulaşığı yıkadı. Mis gibi yaptı mutfağı. Kafasının içi ise sürekli meşguldü. *** Davut ellerini arkasında kavuşturmuş ağır adımlarla yürüdü köy kahvesine doğru. Halil'i kahvede bulacağını biliyordu. Kapıyı açıp içeri girdi: - Selamünaleyküm ağalar! Masalardan "aleykümselam" sesleri yükseldi. Etrafına bakındı. Gerçekten de Halil dip masada oturuyordu. O tarafa yürüdü, bir sandalye çekip teklifsizce oturdu masaya... > DEVAMI YARIN