Kadriye oğlunu kapının önüne koyan Sermet'in üzerine bir kaplan gibi atıldı: - Yapma Sermet, dışarısı çok soğuk, çocuk hasta olacak... Sermet olanca kuvvetiyle itti kadını: - Eğer o kapıyı açarsan seni de koyarım kapının önüne. İçeriye ölene kadar giremezsin. Defolur gidersiniz!.. Kadriye hiçbir tehdide boyun eğecek durumda değildi. Düşündüğü tek şey kapının önüne atılan oğluydu. Aldırmadı Sermet'in sözlerine: - Bırak beni, oğlum... Harun'um... Sermet öfkeyle hareketlendi. Genç kadını kolundan tuttuğu gibi fırlattı sokak kapısından dışarıya. Kapıyı da şiddetle çarparak üzerine kapattı. Kadriye bir kenarda büzülmüş olan Harun'un yanına gitti: - Yavrum, üşüdün değil mi oğlum? Harun titriyordu: - Gidelim anne, gidelim buradan. Memleketimize gidelim... Kadriye hem oğlunu ısıtmaya çalışıyor hem de kafasını sallıyordu: - Gideceğiz oğlum, hele sabah olsun, gideceğiz. Ana oğul birbirlerine sokuldular. Biraz beklediler. İçeride ışık sönmüştü. Onların gürültüsü çevredeki birkaç kişinin pencereye çıkıp söylenmesine de sebep olmuştu. Kadriye çekingen bir tavırla baktı etrafına: - Burada bekleyemeyiz oğlum. Gel Sabri Ağabeylere gidelim. Şimdi bizi ölse içeri almaz baban. Aldı mı dayak yeriz ikimiz de. Hele sabah olsun, ayılsın. O zaman gireriz. Toplarız eşyamızı gideriz yavrum. Dışarısı buz gibiydi. İnsan nefes aldıkça ciğerlerine dolan buz gibi havadan iç organlarının üşüdüğünü hissediyordu. Birbirlerine sokularak yürüdüler. Geceyi sokakta geçirmeleri imkansızdı. Üstlerinde kendilerini koruyacak hiçbir şey yoktu. Evdeki kıyafetleriyle atılmışlardı sokağa. Güçlükle yürüyerek geldiler Sabrilere. Kapıyı çekinerek çaldı Kadriye. Biraz sonra Yıldız göründü kapıda: - Kız bu ne hal? Gecenin bu saatinde? - Sorma abla, Harun'umu da beni de attı dışarı Sermet. Sabaha kadar kalalım, sabah ayılır zaten, çeker gider erkenden. Sonra gider toplanırım, döneceğiz memlekete. Olmayacak burada. Yıldız ikisini de içeri aldı. Soğuktan dudakları morarmıştı. Hemen çay koydu sobanın üzerine. Sabri uzun, çizgili pijamalarıyla göründü oturma odasının önünde. - Hayırdır yahu? Bu ne hal bacım? Olanları bir çırpıda anlattı Kadriye. Harun hiç konuşmuyor, düşünceli bir şekilde yere bakıyordu. Sabri elini kaldırdı. Gözleri üzgün bakıyordu: - Olmayacak böyle... Haklısın kızım, siz bir an önce dönün memleketinize. Bu şehir yaramadı bu adama. Yıldız birer bardak çay verdi Kadriye ve oğluna. Biraz daha konuştular. Sonunda oturma odasına, yere yayılan bir yatak hazırlandı ana oğul için. Yıldız ışığı kapatmadan önce: - Haydi rahatça uyuyun. Sabah ola hayır ola, diyerek çıktı odadan. Kadriye oğluna sıkı sıkı sarıldı, onun başını okşayarak "sabah olsun, kardeşlerini de alır gideriz oğlum" diye mırıldandı... > DEVAMI YARIN