Cüneyt kıyafetini değiştirip hızla bir duş aldıktan sonra aşağıya indi. Mutfak oldukça genişti. Taş duvarlar ayrı bir hava veriyordu. Ersin'in kız kardeşi Tülay gülümseyerek geldi genç adamın yanına: - Cüneyt abi, hoş geldin. - Hoş bulduk Tülay. Nasılsın bakalım, büyümüşsün sen bayağı kız! - Eee, durmuyoruz durduğumuz yerde, hızla büyüyoruz işte. Nazan Hanım son gözlemeyi de çevirdikten sonra başıyla işaret etti: - Alın bakalım şu tepsiyi, sofrayı bahçeye hazırladım. Hemen oturun soğumasın... Hepsi bir şey alıp bahçeye çıktılar. Sağ tarafta birbirinden güzel güller vardı. Ersin gülümsedi: - Babamın hobi bahçesi. Adam işten gelince bir dalıyor bu güllerin içine, dünyayı unutuyor sanki... Ama birader, şunların güzelliğine bak, insana hakikaten unuttururlar dünyayı. Gerçekten de pembe, beyaz, sarı, eflatun, kırmızı güllerden oluşan minicik bir bahçeydi burası. O kadar canlı, o kadar göz alıcıydılar ki hayran olmamak elde değildi. Kahvaltı sofrası ise mükemmeldi. Bal, kaymak, kaşar peyniri, beyaz peynir, meşhur İzmir tulumu, yeşil, siyah zeytin, gül reçeli, gözlemeler ve zeytinyağlı, kekikli domates. Güle oynaya kahvaltılarını ettiler. Sofrada sadece Ersin ve Cüneyt'in talebelik anıları konuşuldu. Tülay'ın gözlerinden yaşlar geliyordu artık gülmekten. Cüneyt, inanılmaz bir huzur içinde olduğunu hissediyordu. Üzerinden ne olduğunu bilmediği ama taşıyamadığı ağır bir yük kalkmıştı sanki. Kahvaltılarını bitirdikten sonra da masa başı sohbeti sürdü. Hava çok güzeldi. Saatler ilerledikçe sıcak artıyordu ama Foça'ya mahsus olan o serinlik kendini hissettiriyordu. Bu nedenle aşırı sıcaktan rahatsız olmuyorlardı. Sonunda Ersin ayağa kalktı: - Haydi abi, babamın dükkana gidelim, ona da bir görünelim. Sonra ne yapacağımıza karar veririz. Bu saatte denize girilmez. Biraz daha geçsin. Ondan sonra atarız kendimizi serin sulara. Nazan Hanım söze karıştı: - Çocuklar, akşama dolma var. Taze yaprak saracağım size. Patlıcan da közleyeceğim. Başka bir istediğiniz varsa... Cüneyt saygıyla gülümsedi: - Nazan Teyze, senin elinden ne olursa severek yerim ben biliyorsun... Ersin atıldı: - Adam zaten senin yemeklerin için geldi buraya... Gülüştüler. Nazan Hanım başını eğdi: - Uğraşma çocukla, o da benim oğlum, ne isterse yaparım... Ersin ve Cüneyt bahçeden çıktılar. Foça gerçekten son derece şirin bir sahil kasabasıydı. Dar, taş sokakları, sahil boyunca uzanan eski Rum evleri, cana yakın insanları ile huzur verici bir yerdi. Çarşı içindeki dükkana girdikleri zaman Mahmut Bey sevinçle karşıladı gençleri. Bir iki dakikalık ayaküstü sohbetin ardından akşama görüşmek üzere ayrıldılar dükkandan. Gençler bir süre sahilde dolaştılar. Cüneyt hayatından memnundu. Bir ara babasını arayıp sağ salim geldiğini haber verdi. Burada bir süre kalıp kafasını dinlemek, yaşadığı olumsuzluklardan arınmak istiyordu. > DEVAMI YARIN