Yemek genellikle iş üzerine yapılan sohbetle geçti. En çok İsmet Bey ve Nazım konuşmuştu. Masanın başında Fazıl Bey oturuyordu. İki yanında Nazım ve İsmet Bey, İsmet Beyin yanında Belkıs, karşısında Meliha Hanım, onların iki yanında da Onur ve Leyla yer almıştı. Leyla orta boylu, annesi gibi sarıya boyalı saçlı, küçük gözlü, çirkin sayılmayacak bir kızdı. Tiz bir ses tonu vardı. Koleji bitirdikten sonra üniversiteye girmeyi başaramamış, evde oturan, annesi gibi aklı fikri gezmekte, giyinmekte olan bir kızdı. Dar düşünceleri vardı. Sosyal hayatla pek ilgisi yoktu. Onu ilgilendiren tek şey sosyete ve magazin haberleriydi. Evde olduğu zamanlarda televizyonun karşısından ayrılmaz, bütün gün elinde çerez tabağı dizi seyrederdi. Çevresinde kendi gibi düşünen arkadaşları vardı. Dışarıda olduğu zamanlarda arkadaşlarıyla lüks yerlere gidip hava atmaktan hoşlanırdı... Belkıs Hanım Nazım'la evlendikten sonra genç kızın hesapsızca harcamaları çığırından çıkmış, her ay milyarlarca liralık faturalar Nazım'ın önüne yığılmaya başlamıştı. Sofrada gözlerini Onur'dan ayırmadan oturuyordu. Genç adam bu ısrarcı bakışlardan rahatsız olmuş, babası ve Nazım Beyin konuşmalarına dikkatini vermiş, bir kere bile başını kaldırıp karşısında hayran bir şekilde kendisini izleyen Leyla'ya dönüp bakmamıştı... Sofrada hiç konuşmayanlardan birisi de Ahmet Fazıl Beydi. Sıkıldığı her halinden belliydi. Yemekten sonra hep birlikte salonun diğer köşesine geçtiler. Tahir kibar tavırlarla hepsine teker teker yemek üstüne arzuladıkları şeyleri sordu. İsmet Bey viski istedi. Nazım da ona eşlik etti. Meliha Hanım Leyla'ya döndü: - Güzel kızım bugün ne kadar şıksın böyle? Sonra oğluna döndü: - Değil mi Onur? Genç adam şaşkın bir şekilde önce annesine sonra da genç kıza baktı. Kibar bir şekilde gülümsedi: - Evet anne... Leyla şımarık bir mahcubiyetle teşekkür etti. Meliha Hanım devam etti: - Onur da boş zamanlarında sıkılıyor. Birlikte bir yerlere gitseniz ne kadar güzel olur... Leyla heyecanlanmıştı: - Ay, ben de çok isterim. Onur bu sefer dudaklarındaki gülümsemeyi hızla yok etmişti. Annesine döndü: - Benim yerime niçin kararlar veriyorsun anne? Ben Leyla Hanımı oyalamak istemem. Boş zamanım yok denecek kadar az. O zaman da okumayı tercih ediyorum biliyorsun. Buz gibi bir hava esti salonda. Belkıs dudaklarını ısırdı: - Tabii canım, Onur Beyin işi başından aşkın... Bu sözleri söyledikten sonra yan gözle kayınpederine baktı. Yaşlı adam olduğu yerde kıs kıs gülüyordu. Sinirlendiğini belli etmemek için garip bir hareket yaptı. Suratı asılmıştı. Onur'un verdiği buz gibi cevabın acısını Fazıl Beyden çıkartacağı kesindi. Bir ara kocasının yanına yaklaşıp usulca fısıldadı: - Nazım, şu babanı ikaz et. Sinirlerim allak bullak oldu. Nazım şaşkınlıkla önce karısına sonra babasına baktı. Yaşlı adamın yüzündeki alaycı ifade onun da hoşuna gitmemiş olacak ki kaşları çatıldı. Bu işe bir dur demenin zamanının geldiğini düşünüyordu... > DEVAMI YARIN