Otel odasında saatlerdir oturuyordu Zafer... Gözlerini yere dikmiş, yılların muhasebesini yapıyor, onca yaşanan şeyin birkaç cümleyle çözülmesini kabullenemiyordu... Çektiği ızdırabı, içinde yaşattığı özlemi, yüreğini parçalayan nefreti bir anda silip atmak kolay gelmiyordu... Otele döner dönmez kafasındaki tek şey buradan hızla uzaklaşmaktı. Ama dakikalar geçtikçe bu fikrini uygulamaya koyamamış, ayrılamamıştı Serpil'in bulunduğu yerden. Belki on dakikalık mesafedeydi Serpil. Bunca yıl kendine bile itiraf etmekten çekindiği düşünceleri, onunla bir gün bir yerde karşılaşırsa yüzüne haykıracağı nefretti. Şimdi bunu yapamamaktan dolayı yüreğini bir mengene gibi sıkıyordu görünmez bir el... Gün ağarırken kendine geldi. Vaktin nasıl geçtiğini bile bilmiyordu. Bir defa bile kapamamıştı gece boyunca gözlerini. Yavaşça kalktı yerinden. Bütün kemikleri sızlıyordu. Etrafına bakındı. Kendisini sadece bu otel odasına değil, bütün dünyaya yabancı hissediyordu. Çantasını topladı ve resepsiyona indi. - Hesabımı kapatmak istiyorum. Ayrılıyorum buradan! Faturasını ödedikten sonra dışarı çıktı. Güneş henüz doğuyordu. Tatlı bir serinlik sardı bedenini. Tertemiz bir hava vardı. Derin derin soludu birkaç defa üst üste. Ağır adımlarla yürümeye başladı. Bir taksi çevirip havalimanına gidecekti. Bir daha da buraya dönmeyecek, hayatına kaldığı yerden devam edecekti. Birden ayaklarının kendisini çay bahçesine götürdüğünü fark ederek irkildi. Kimseler yoktu. Çantasını yere koyup beklemeye başladı. Kafasında hiçbir plan yoktu. Sanki düşünme yeteneğini kaybetmiş gibiydi. Boş bakışlarla etrafı süzüyor, ne beklediğini kendisi de bilmiyordu. Saatler su gibi akıp geçti. Çay bahçesinde garson olan çocuk yanına yaklaştığı zaman güneş iyice yükselmeye başlamıştı: - Bey amca, bir şey mi istedin? - Ben... Ben dün de gelmiştim, Huriye Hanımın evini öğrenmek istemiştim. Dün kendisiyle konuşmuştum burada, hatırladın mı? - Hatırladım Beyamca, Huriye Abla şu karşı caddeden doğru yürürsen birinci değil ikinci sokaktan girdiğinde sağdan üçüncü bahçeli evde oturuyor. Kapının önünde büyük bir dut ağacı vardır. Siyah demir bahçe kapısı var. Ev iki katlı, görürsün zaten. Zafer başını salladı: - Sağ ol delikanlı, hayırlı işler... Çantasını alıp yine ağır adımlarla gencin tarif ettiği yere doğru yürümeye başladı. Neden oraya gittiğini kendisi de bilmiyordu. Tarif edilen evin önüne geldiği zaman duygularını yitirmiş gibiydi. Ne heyecan, ne öfke, ne şaşkınlık... Hiçbir şey yaşamıyordu. Demir kapıyı eliyle itti. Gıcırdayarak açıldı bahçe kapısı. Tertemiz bir bahçeydi karşısındaki. Sağ tarafta domatesler, biberler dallarında parlıyorlardı. Rengârenk güller bahçeyi cıvıltılı bir hâle sokmuştu. Ağır adımlarla ilerleyip evin kapısının önüne geldiğinde soluğunu tuttu... > DEVAMI YARIN