Hâlâ güzel kadındı Münevver Hanım...

A -
A +

Koca Mustafa Paşa'nın ara sokaklarından birindeki dört katlı eski binanın en alt katında oturan Münevver Hanım emekli bir öğretmendi. On bir yıl önce eşini kaybetmiş, oğluyla birlikte yaşıyordu. Yirmi bir yaşındaki oğlu Ozan üniversitede okuyor, bu iki kişilik aile Münevver Hanım'ın emekli ve kaybettiği eşinden kalan dul, yetim maaşı ile geçiniyorlardı. İçinde oturdukları ev Salim Beyin sağlığında biraz babadan kalan biraz da kendi birikimleriyle aldıkları bir evdi. Ana oğul güç hayat şartlarında yaşamaya çalışıyorlar, maddi açıdan zorlansalar da geçinip gidiyorlardı... Münevver Hanımın rahmetli olan eşi gibi babası da öğretmendi. Hayattaki tek varlığı biricik oğlu Ozan'dı. Yaklaşık yirmi beş senedir oturdukları bu muhitte saygın bir yer edinmişlerdi. Sahip oldukları evi almadan önce de bu semtte oturmuşlardı. Artık yerlisi sayılıyorlardı. Münevver Hanım ocağın altını kapattıktan sonra oturma odasına geçip pencere kenarında duran sardunyalarını suladı, kurumuş yapraklarını temizledi. Sade döşenmişti oturma odaları. İki tane çekyat, iki koltuk, ortada bir sehpa ve bir de eski model bir vitrin vardı eşya olarak. Yemeklerini mutfaktaki küçük masada yerlerdi. Oturma odasının haricinde iki odası daha vardı evin. Bir tanesi diğerlerine göre daha karanlıktı. "Elin kâşanesinden benim viranem daha iyidir" sözüne uygun olarak severdi Münevver Hanım yuvasını. Çiçeklerini suladıktan sonra dantelini alıp camın önüne oturdu. Birazdan gelirdi Ozan. Yemeğini hazırlamıştı. Sabahtan çamaşır yıkadığı için kendini yorgun hissediyordu. Televizyonunu açtı. Bir yandan onu dinliyor, ara sıra gözlüklerinin üzerinden yola bakıyor, dantelini örüyordu. "Çok şükür Ya Rabbim halimize!" diye mırıldandı kendi kendine. Başını kaldırıp sokağa baktı. Ozan geliyordu hızlı adımlarla. Yüreği sevgiyle doldu. Hafif bir gülümseme yerleşti dudaklarına. Oğlu kapıdan girene kadar hayran hayran izledi onu. Sonra toparlanıp birden kalktı yerinden. - Anacığım, merhaba, gördün mü beni gelirken? - Gördüm oğlum. Pencerenin önünde oturuyordum.Karnın açtır senin, haydi elini yüzünü yıka da hemen yiyelim. Kuru fasulye yaptım. Bir de nohutlu pilav. Salatamız da hazır... Ozan eğilip öptü annesini yanağından, sevgiyle onun bembeyaz saçlarını okşadı: - Ellerine sağlık anam. Ağarmış saçları, kırışmış cildine rağmen hâlâ güzel kadındı Münevver Hanım. Ancak, yaşı ilerledikçe herkeste olduğu gibi o da fiziksel çöküntüler yaşamıştı. Yorgundu. Yıllar süren öğretmenlik, ardından çok sevdiği, saygı duyduğu eşini aniden kaybedişi, geride kalan biricik evladına hem ana hem de baba olma çabaları yıpratmıştı kadıncağızı... Ozan kitaplarını bırakıp banyoya doğru yürüdü. Münevver Hanım da mutfağa girip yemeklerin altını yaktı. Sofrayı hazırlamıştı zaten. Ekmek tepsisini oğlunun oturduğu tarafa bıraktı. Eski bir alışkanlıktı bu ailelerinde. Ölmeden önce kocası keserdi sofranın ekmeklerini. Şimdi ise o görev Ozan'a kalmıştı. Delikanlı saçları ıslanmış bir şekilde girdi içeriye: - Mis gibi kokuyor anne, eline sağlık... Ekmeği dilimledi. Salatadan bir çatal alıp attı ağzına.. Münevver Hanım da karşısına oturdu. Besmelesini çekip yemeğe başladı. Ana oğul havadan sudan sohbete başladılar... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.