Hastalığından hiç bahsetmeyecekti!

A -
A +

Nihal darmadağınık olmuştu. Doktorun kendisini avutmak için neler söylediğini hatırlamıyordu bile. Tek düşüncesi oğluydu. Ona bir şey olursa o küçücük zavallı yavrunun ne olacağını düşünüyor, bir el boğazına sarılmış sıktıkça sıkıyordu. Kendisini deniz kenarına zor atabildi. Denizin mis gibi iyot kokusunu içine çekti. Biraz olsun açılmak, nefes almak istiyordu. Bir müddet sonra kendine geldi. Ne yapacağını bilmiyordu. Gözlerinden süzülen damlalar yanaklarını ıslatmıştı. Doktorun son sözlerini hatırladı: "Eğer şansımız yaver giderse tedavi olabilirsin. Bu hastalıktan kurtulan insanlar var... Yeter ki moralini bozma kızım!.." Bunlar yeterli değildi. Dudaklarını ısırdı. Bu hastalığından oğluna bahsetmeyecekti. İki gün sonra doktor yeniden gelmesini istemişti. Daha detaylı bir tahlil yapılması gerektiğinden bir kez daha kan vermişti. Bir gün sonra gittiği zaman doktor bey diğer arkadaşları ile birlikte bir konsültasyon yapacağından bahsetmişti. Raporu bir hafta daha uzatmış, evde dinlenmesini önermişti. Nihal derin bir soluk aldı: - Bir şeyler yapmalıyım, işi şansa bırakamam, bekleyemem, çocuğum için bir şeyler yapmalıyım... Belediye binasına doğru yürüdü. Sibel Hanım, başı sıkıştığı zaman soluğu yanında aldığı tek insandı. Halkla ilişkiler bölümüne girdiği zaman yorgunluktan ayakta duracak hali kalmamıştı. Sibel Hanım onun bembeyaz olmuş yüzünü görünce korkuyla bağırdı: - Nihal, ne oldu sana? - Konuşmamız lazım abla... Sibel Hanım yerinden kalkmış, genç kadının yanına gelmişti. Onu kolundan tutarak oturttu: - Anlat, neler oluyor? Nihal çaresiz bir şekilde başını kaldırıp onun yüzüne baktı: - Ben... ben kanserim abla... Kan kanseriyim... Sibel Hanımın gözleri fal taşı gibi açılmıştı: - Ne? Ne diyorsun sen? Nereden çıktı bu? - Hastaneden geliyorum abla... Şimdi öğrendim... Uzun zamandır şikayetlerim vardı. Tahliller falan yapıldı. Sonuç. Bu işte... Sibel Hanım omuzları çökmüş bir şekilde sandalyesine oturdu. Hiç konuşmadan genç kadının solgun yüzüne bakıyordu. Başını iki yana salladı: - Olmaz öyle şey, Üniversite Hastanesinde tanıdık doktorlar var. Hemen şimdi oraya gidiyoruz. Telefona sarıldı ve birkaç yere telefon etti. Sonra ayağa fırladı: - Haydi bakalım... Nihal artık kendini bırakmış bir şekilde sürükleniyordu sanki. Ege Üniversitesinin binasından içeri girdikleri zaman küçük bir umut vardı yüreğinde... Akşama kadar dolaşıp durdular. Profesörler muayeneleri tamamladıkları zaman sonuçta değişen bir şey yoktu. Teşhis doğruydu!.. Nihal akut löseminin pençesindeydi. Umut yok olmuştu. Tedaviye hemen başlamaya karar verilmiş, yapılması gerekenler iletilmişti. Sibel Hanım ne diyeceğini bilemiyor, onu teselli edecek bir söz bulamıyordu... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.