Zübeyde Hanım bir torbanın içine biraz keçi peyniri, bir iki domates ve birkaç tane de elma ile bir düzine kadar da lavaş ekmeği koydu. Sıkıca sardı. Küçük kızın eşyalarını hazırlayıp Necla Hanımı gönderdikten sonra hemen su kaynatıp bir güzel yıkamıştı Aliye'yi. Saçlarını iki örgü yapmış, geçen yıl kendi diktiği basma elbisesini giydirmişti. Artık hazırdılar. İkindi ezanını okuyan hoca Mustafa Efendinin sesi yankılandığı zaman. Namazını kıldı. Sonra dönüp sedirin üzerinde iki eli kucağında oturan kızına baktı: - Haydi gül goncam, çıkalım artık. Aliye'nin dudakları titriyordu. Dokunsalar ağlamak üzereydi. Zübeyde Hanım güçlü olması gerektiğini düşündü: - Haydi bakayım, sakın yaramazlık yapma. Sen değil miydin okumak isteyen. Bak, okula gönderiyorum seni. Bundan sonrası sana kalmış, aklını başına toplayıp çok çalış. Bir an önce oku, bitir, göğsünü gere gere dönersin o zaman. Ben seninle Necla Hanım vasıtasıyla haberleşirim. Sakın unutma, insan her ulaşmak istediği güzel şeyler için bir bedel öder. Bizim bedelimiz de hasretimiz olacak. Ama dayanırız değil mi kızım? Aliye başını salladı. - Söz ver bakayım bana! Akıllı olacaksın, derslerini çalışacaksın. Küçük kız başını kaldırdı. Dudakları kıvrılmıştı. Kekeledi: - Söz anam... Söz veriyorum. - Aferin benim kızıma. Haydi davran, oyalanmayalım. Ana kız bahçe kapısından süzüldüler. Zübeyde telaşla bakındı etrafına. Bir gören olmasından çekiniyordu. Hızlı adımlarla yürüdüler koruluğa doğru. Yüz metre sonra ferahlayacaklardı. Arkalarına bakmadan el ele koşar adım ilerlediler. Koruluğu geçtikten sonra karayolu görünüyordu. Yol boyunca ilerlediler. Az ötede görünen karaltı Necla Hanım olmalıydı. Aliye atıldı: - Gelmiş ana, Necla Öğretmenim gelmiş. - Tamam kızım. Biz de geldik işte... Necla Hanım Aliye'ye gülümsedi: - Ne kadar şirin olmuşsun böyle Aliye? Zübeyde Hanım sevgiyle baktı kızına. Güneş hâlâ etkiliydi. Ter içinde kalmışlardı. Yoldan kamyonlar, otobüsler geçiyordu hızla. Birden Necla Öğretmen atıldı: - İşte, geliyorlar. Birkaç saniye sonra beyaz bir hususi araba durdu önlerinde. Şoför mahallindeki kısa boylu, tıknaz, temiz yüzlü adam indi arabadan. Necla Öğretmenin elindeki çantayı alıp bagaja koydu. Önde oturan bayan sarışın genç bir kadındı. Aliye'ye gülümsedi: - Yol arkadaşımız bu küçük hanım ha? Haydi bin bakalım... Aliye annesine döndü. Hızla sarıldı onun boynuna. Ağlıyordu Zübeyde. Kokladı kızını. Onu bir daha ne zaman göreceğini bilmiyordu. Bağrına sımsıkı bastırdı. İçi yanıyordu alev alev... DEVAMI YARIN