"Haydi sallanmayın iş bölümü var!.."

A -
A +

Ahmet kamyonetin kasasında kendisiyle birlikte seyahat eden yaklaşık yirmi kişiyle birlikte nereye olduğunu bilmeden gidiyordu. Aşağı yukarı on beş dakika sonra ana yoldan saptılar. Birkaç yüz metreden sonra da toprak bir yola girdiler. Sarsıntıdan midesi bulanmıştı. Arkalarında bıraktıkları toz bulutu yüzünden çevresini göremiyordu. Neden sonra kamyonet yavaşladı ve nihayet durdu. Herkes şaşkın bir şekilde etrafına bakınıyordu. Önde oturan kalantor tipli adam kasanın yanına geldi: - Haydi atlayın, miskin miskin oturuyorlar yahu, şunlara bak! Atladılar aşağıya. Ahmet üstünü başını silkeledi. Çantasını sıkı sıkı tutuyordu elinde. Sağ tarafta bir inşaat vardı. Başlarındaki adam seslendi hepsine: - Haydi bakalım iş başına. Sizi çavuşla tanıştırayım. İnşaata doğru seslendi: - Muharrem! Al bakalım sana işçileri getirdim. Orta boylu, ince yapılı, kumral, çekik gözlü bir adamdı Muharrem. Sapsarı dişleri vardı. - Sağ ol beyim, hoş geldiniz. Haydi sallanmayın, herkes dizilsin şuraya, iş bölümü yapılacak. Çok geçmeden, herkesin görevi belli olmuştu. Ahmet tuğla taşıyordu yaklaşık beş katı bitmiş, altıncı katının inşası süren binanın en üstüne. Ceketini çıkartıp kollarını sıvamış, soğuk olmasına rağmen var olan güneşten korunmak için mendilinden başına bere yapmıştı. Biliyordu ki asıl yakan güneş budur. Öğlene kadar hiç dinlenmeden çalıştı. Öğle yemeği için paydos verildiği zaman bütün vücudunun ağrıdan sızladığını fark ederek bir taşın üzerine bıraktı kendini. Yiyecek hiçbir şey yoktu yanında. Hazırlıksızdı. Çalışma arkadaşlarının birçoğu çıkınlarında getirdikleri iki üç parça yiyeceği çıkarmışlar karınlarını doyuruyorlardı. Çavuş Muharrem bir köşeye çekilmiş oturan Ahmet'i fark ettiği zaman paydosun ortalarına gelmişlerdi. - Aslanım, sen neden yemiyorsun? Ahmet hemen ayağa fırlamıştı. Adeta adamın karşısında hazır ol vaziyetinde durarak mırıldandı: - Yiyeceğim yoktu çavuşum yanımda. - Sen nerelisin bakayım? - Zonguldak'tan geldim çavuşum. Muharrem çekik gözlerini kıstı. Adeta kaybolmuştu gözleri. - Gel benim yanıma. Benim erzak fazla. Hanım doldurmuş torbaya. Gel, birlikte yeriz iki lokma. Ahmet çekingen bir tavırla durakladı. Kimseye yük olmaktan hoşlanmazdı. Muharrem onun tedirginliğini fark ederek bağırdı: - Sıkılma gel... Yarın tedbirli gelirsin aslanım. Birlikte bir köşeye çekildiler. Muharrem'in torbasında kıymalı börek, yoğurt ve domates vardı. Üç dört dilim börek yedi Ahmet. İçinin bulantısı geçmişti. Bir simitle duruyordu sabahtan beri çünkü. Karnı nispeten de olsa doymuştu. Muharrem Çavuşa yaklaştı: - Allah razı olsun çavuş. Yengemin ellerine sağlık. Muharrem gülümsedi. Sevmişti bu saf, temiz, saygılı Anadolu çocuğunu. - Paydostan sonra bekle beni. Konuşalım seninle biraz aslanım. > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.