Hem şaşırdı hem utandı!

A -
A +

Yemekte her ikisi de kendi yaşantılarından bahsettiler. Orhan Sayar emekli bir büyükelçinin oğluydu. Evin tek çocuğuydu. Annesi ev hanımıydı. Ortaokulun son sınıfına kadar babasının görevi dolayısıyla başka memleketlerde kalmıştı. Çok iyi İngilizce ve Fransızca biliyordu. Babası emekli olduktan sonra baba memleketi olan İzmir'e yerleşmişler, Narlıdere'de güzel bir ev satın almışlardı. Orhan da Tıp Fakültesini kazanmış, tek ideali olan doktor olmak için gereken başarıyı göstermişti. Gülay merakla sordu: - Baban hariciyeciymiş, neden baba mesleği değil de doktorluk? - Bilmiyorum, babamın yaşadığı streslere tanık olduğum için olsa gerek. Kolay iş değil diplomat olmak... Gülay omuzlarını kaldırdı: - Doktorluk daha zor bence... Ama güzel meslek. Biliyor musun doktor olanlar benim için hayatta idealleri olan insanlar. Sorumluluk sahibi olan insanlar. Bir insan hayatının sorumluluğunu alıyorsun, hem çok güzel hem de çok ciddi bir iş. Benim de idealim hep fizyoterapist olmaktı. Yanında büyüdüğüm bir yaşlı teyzemiz vardı. Hafize Ana, onun fizik tedavisine birlikte giderdik. O zaman kafama koymuştum ben de bu mesleği yapacağım diye. Onun tedaviden sonra nasıl rahatladığını görürdüm. İnsanları mutlu etmek, rahat etmelerini sağlamak hoşuma gidiyor. Orhan dikkatle ve sevgiyle bakıyordu genç kıza. Dayanamadı: - Ne kadar güzel yüz hatların var Gülay! Konuşurken öyle berrak görünüyorsun ki! Genç kız hem şaşırdı hem de utandı. Önüne baktı ve fısıldadı: - Teşekkür ederim. Nereden çıktı şimdi bu? - Bilmem, içimden geldi, hissettiklerimi söyledim. Klasik müzikten hoşlanır mısın? Gülay başını salladı: - Çok, biliyor musun lisedeyken ders çalışırken hep klasik müzik dinlerdim. Orhan sevinmişti, heyecanla atıldı: - Hafta sonlarında konserler oluyor, Kültür Merkezlerinde. Çoğu zaman davetiyem oluyor, müsait olduğun zamanlarda gelir misin? Ben hep yalnız gidiyorum. Gülay bir kahkaha attı: - Senin sosyal hayatın benimkinden iyiymiş. Gelirim tabii. Çok sevinirim. - Tamam, o zaman bu hafta sonu müsaitsen saat on birde Kültür Merkezinin önünde bekleyeceğim seni. Gülay başını salladı: - Hafta sonunda nöbetçi değilim. Gelirim tabii. İnciraltı'nda küçük bir balıkçı lokantasındaydılar. Hava son derece yumuşaktı. Hafif bir esinti vardı dışarıda ama insanı üşütmüyor, aksine rahatlatıyordu. Gülay saatine baktı, vakit oldukça ilerlemiş gibiydi: - Artık kalkalım mı? Sen de uykusuzsun, ben de yorgunum. Yarın zorlu bir gün olacak. Orhan hesabı istedi. Yeşil salata ve sardalye yemişlerdi. Birlikte kalktılar. Araba lokantanın önündeydi. - Çok teşekkür ederim Orhan, benim için güzel bir değişiklik oldu. Genç adam gülümsedi. İçinde tuhaf kıpırtılar hissetmeye başlamıştı... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.