Saadet biraz önce gelen müşterilerin siparişlerini tepsiye koyduktan sonra ellerini kurulayıp tepsiyi masaya götürdü. Gülümseyerek sordu ardından: - Başka bir isteğiniz var mı efendim? Bu sırada kahvehaneye giren şık giyimli kadının yan masaya oturduğunu gördü. Hemen onun yanına gitti: - Hoş geldiniz efendim, ne alırdınız? - Bir kahve lütfen, sütsüz ve koyu olsun. - Başüstüne efendim hemen! Az sonra kahveyi hazırlamış ve masaya getirmişti. Genç kadın dikkatle süzüyordu kendisini. Şaşırdı Saadet, bu bakışlardan tedirgin olmuştu. Sormadan edemedi: - Bir şey mi vardı efendim? Kadın kaşlarını kaldırdı ve soğukkanlı bir şekilde cevap verdi: - Ben Cüneyt'in ablasıyım küçük hanım. Sizi tebrik etmeye geldim. Saadet'in eli ayağına dolanmıştı bu sözleri duyunca. Kekeledi: - Hoş geldiniz, ben sizi tanımıyordum, kusura bakmayın... Betül alaycı bir tavırla baktı genç kızın yüzüne. Kahvesinden bir yudum aldı: - Tanımanız gerekmez küçük hanım, sizin için bizi tanıyıp tanımamanın çok önemli olduğunu sanmıyorum. Siz alacağınızı almışsınız bizden zaten. Ama şunu unutmayın, tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır. Cüneyt sonunda aklını başını toplayacak ve evine, bizlerin yanına dönecektir. Onun şartlarında yetişmiş bir gencin sizinle birlikte yaşayabileceğine inanıyor musunuz? Yapabilir mi sanıyorsunuz, onu tanımıyorsunuz, o rahata alışıktır, problem nedir bilmez, çünkü her şey çözülür gelir karşısına. Arkasından toplayan birisi mutlaka gereklidir, hem de güçlü birisi, onu badirelerden kurtaracak, problemlerini çözecek birisi olmazsa yapamaz Cüneyt, o benim kardeşim, benim kadar iyi tanıyamazsınız onu. Bütün bunları boş yere konuştuğumu biliyorum, ama belki aklınızı başınıza toplar da gerçeği görürsünüz diye söylemeden edemiyorum. Benden ikaz etmesi, görevimi yapmak zorundayım. Bizden sana fayda gelmez kızım, sen hayatını kurtarmak için başka bir hayatı batırıyorsun. Saadet taş kesilmişti. Hiç beklemediği bir konuşma ile karşı karşıya kalmıştı. Bir şeyler söylemek istedi ama dudakları kilitlenmişti sanki. Kırılmıştı, kişiliğinin rencide edildiğini düşünüyor, içinden yükselen isyanın nasıl olup da dışarı çıkarmadığına hayret ediyordu. Betül kahvesini yarım bırakarak kalkmıştı. Çantasından para çıkartıp masanın üzerine koydu: - Hoşça kalın küçük hanım, umarım söylediklerimi birkaç dakika düşünürsün. Kendinden emin adımlarla kahvehaneden çıktı. Saadet, sandalyeye tutundu. Başı dönüyor, midesi bulanıyordu. Gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamıştı. Hıçkırarak içeriye koştu. Kahvehanenin mutfak bölümündeki taburelerden birine oturup elleriyle yüzünü kapattı ve ağlamaya başladı. Bu sözlerin hiçbirini hak etmediğini düşünüyordu. Hiçbir suçu yoktu. Sadece inanmıştı. Her genç kız gibi yapılan cazip bir teklifin cazibesine kapılmıştı. Uzun süre ağladıktan sonra toparlandı. Başını kaldırdı: "Bu iş bitmiştir, ben bu yükü kaldıramam..." diye mırıldandı kendi kendine... > DEVAMI YARIN