Ahmet'in bu olanları duyduğu zaman ne hale geleceğini tasavvur edemiyor, gönlündeki tek insandan ebediyen ayrılmanın hüznünü yaşıyordu Elmas... Artık Ahmet olmayacaktı hayatında. Tanımadığı, sevmediği bir adamla hayatının kalanını geçirecek ama yüreğindeki acıyı da beraberinde götürecekti. Şefika Hanım toparlanmaya başlamıştı.. Kadın kocasının niyetini anlayamıyor, itiraz dahi edemiyordu. Bir terör estiriyordu Tevfik evin içinde. Şefika Hanım kocasını çok iyi tanırdı. Ne zaman itiraz edilecek bir meseleyi dayatmaya kalksa işi şiddete döker, evdekilerin ağzını bu şekilde kapatırdı. O cuma saat ikide nikah için gün alınmıştı. Hemen iki şahitle kıyılacaktı nikahı Elmas'ın. Asıl düğün İstanbul'daydı ve Hayrettin bey tek oğlu için dillere destan bir düğün yapacağına söz vermişti. Bu arada Tevfik'le kuracakları ortaklığın detaylarını da konuşuyor, ayrıntılar üzerinde anlaşıyorlardı. Adeta talih kuşu konmuş gibiydi Tevfik'in başına. Ama etrafına hiçbir şeyden bahsetmiyordu. Tedbirli davranmak zorunda olduğunu hissediyor, bu nedenle sesini çıkartmıyordu. Bu zaman zarfında kızını da evden çıkartmamaya özen gösteriyor, bir muhafız gibi günün gelişigüzel saatlerinde kontrol ediyordu. Ne Elmas'ın ne de Şefika Hanım'ın evden dışarını adım atmasını yasaklamıştı. Dükkanını gerekirse açmıyor, evin dışarı işlerini kendi görüyordu... Hayrettin Bey ve oğlu Haydar otele geçmişlerdi. Haydar babasına benziyordu. Kalın bıyıkları vardı. Kara kaşlı, kara gözlü bir gençti. İlkokulu okumuş, ondan sonra da babasının ardında onunla birlikte ticaret hayatına atılmıştı. Askerliği bittikten sonra anne ve babasının kendisini evlendirme isteklerine olumlu bakmış, beklemeye başlamıştı. Hayrettin'in İstanbul'da zengin olmasıyla da iyice şımarmış, kabadayı tavırlarıyla etrafında isim yapmıştı. Zonguldak'a geldiği ilk gün Elmas'ı görmüş ve o da beğenmiş babasının tercihini kabul etmişti. Madalyonun öteki yüzünde ise durum farklıydı. Elmas berbat bir haldeydi. Şefika Hanım gözünü kızının üzerinden ayırmıyordu. Onun kendisine bir şey yapmasından korkuyor, peşinden ayrılmıyordu. Ana kız eşyalarını topluyorlardı. Şefika Hanım içini çekti: - Allah yardımcımız olsun. İstanbul kocaman bir yer. Kurtlar sofrası derler. Elmas dalgındı, annesinin dediklerini bile duyacak hali yoktu. Mırıldandı: - Ahmet duyunca ölecek... Yıkılacak... - Düşünme kızım artık, kader bu, yapacak bir şey yok. Bilinmez, belki mutlu olursun. Belli mi olur? Elmas başını kaldırıp anasının yüzüne baktı. Boş bakışlardı bunlar. Fısıldadı: - Hüveyda Anaya gitmek istiyorum ben ana! - Tövbe kızım, olmaz... Evden çıkıp hele oraya gittiğini duyarsa baban öldürür seni de beni de... Bırak kızım bu işin peşini artık, ne olur bırak... Genç kız dudaklarını ısırdı. İçi acıyor, kanıyordu adeta. Gözlerini kapatıp fısıldadı: "Affet beni Ahmet, affet!" > DEVAMI YARIN