İçini çekti Elmas... Hüveyda Anayı düşündü bir an. İçini bir sıkıntı kapladı. Gidip derdini bile anlatamamış, başına geleni açıklayamamıştı. Son bir kez görüp elini öpmek, kendisini affetmelerini istemek bile nasip olmamıştı. Ahmet'le birlikte oldukları zaman kurdukları düşleri düşündü. O askerdeyken de bu düşüncelerle yatardı yatağına. İçi coşar, kıpır kıpır olurdu yüreği. Ne güzel duygulardı onlar.... Şimdi Ahmet aklına geldiği zaman dayanılmayacak bir sızı kaplıyordu benliğini. Bu düşünceler içinde saatin kaç olduğunu bile fark edememişti. Kapının hızla vurulmasıyla irkildi. Terliklerini giyerek yürüdü. Kapının arkasına korkuyla sinerek cılız bir sesle: - Kim o? diye fısıldadı. Haydar'ın homurtusu duyuldu kapının ardından. Korkarak kilidi çevirdi. Korkunç bir suratla karşısındaydı Haydar. Elmas korkuyla geri çekildi. Haydar gözleri patlamış, saçı başı karmakarışık bir şekilde daldı odaya. Yüzünü buruşturarak baktı Elmas'a: - Çekil kenara, bana bir kahve yap çabuk... Zavallı kız koşarak mutfağa girip kurulmuş bir robot gibi cezveyi ocağa sürdü. Sade bir kahve pişirip yine aceleyle getirdi. Haydar kanepeye atmıştı kendini. Elleri titriyordu. Gözleri kapalıydı. Elmas fısıldadı: - Kahveyi getirdim. Yavaşça araladı Haydar gözlerini. Bir süre baktı karşısındaki çaresiz insana. - Cebimden sigaramı ver... Hemen denileni yaptı Elmas. Derin bir nefes çekti Haydar. Büyük keyif aldığı belliydi ciğerlerine dolan duman yüzünden. Kahveden höpürdeterek bir yudum aldı. Yüzünü buruşturdu: - Bu ne be, bulaşık suyu gibi, tadı tuzu yok... - Sade yaptım, iyi gelir diye... - Sordun mu bana? Gözlerinden ateşler çıkıyordu sanki adamın. Elmas korkuyla başını önüne eğdi. Her an bir darbe gelebilirdi. Ama hiçbir şey olmadı. Çünkü Haydar'ın kolunu kaldıracak hali dahi yoktu. O denli kendinden geçmiş ve sarhoştu. Anlaşılmaz bir şeyler mırıldanarak içti kahveyi. Bahane aradığı belliydi ama devam ettirecek kuvveti bulamıyordu kendinde. Çok geçmeden güçlükle ayağa kalktı: - Yardım et bana, yatacağım. Elmas kolunu tuttu kocasının, onun vücudunun ağırlığı altında güçlükle yürüyerek odaya taşıdı. Yatağın üzerine külçe gibi attı kendini Haydar. İğrenç bir içki kokusu yayılıyordu üzerinden. Yatar yatmaz da keskin bir horultu yükseldi gırtlağından. Elmas acıyarak baktı ona. Üzerini örttü. Hayallerinin de üzerine örtmüştü bu örtünün aynısından. Yatağın bir kenarına büzüldü. Günün yorgunluğu, gönlünün yorgunluğu göz kapaklarına binmişti sanki. Uykusunun gelmesine, karnının acıkmasına, susamasına şaşırarak dalıp gitti derinliklere... Sabah omzunda bir acıyla uyandı. Korkuyla irkilerek gözlerini açtığında başında dikilen kayınvalidesini gördü. Zaliha Hanım parlak sabahlığını giymiş, kaşları çatık bir şekilde uyanması için itekliyordu yeni gelinini. Fırladı yerinden: - Bu saate kadar uyursan işimiz var demektir. Hayrettin işe gidecek, kalk kahvaltıyı hazırla çabuk! Hemen hareketlendi. Sabah ezanı daha yeni okunuyordu. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa koştu. Haydar hâlâ insanı korkutacak kadar güçlü horultularla uyuyordu. Kahvaltı sofrasını hazırladı. Çayı demledi, her şeyi hazır edip beklemeye başladı. > DEVAMI YARIN