Genç kadın huzursuz olmuştu adamın tavrından, ses tonundan. Korku ve merakla baktı onun yüzüne: - Hayırdır Cahit ağabey, tatsız bir şey mi var? Adam omuzlarını kaldırdı: - Tatsız mı, tuzsuz mu bilmiyorum, benimki sadece kuşku.. Ama içim rahat değil... Safiye iyice endişelenmişti. İçinden bir ses, konunun Halil'le alakalı olduğunu söylüyordu. Cahit devam etti: - Bizim oğlanı severim, iyi olsun isterim ama halini iyi görmüyorum. Bütün gün kahvede kağıt oynuyor. Gülizar'la onu konuştuk. İyi etmedik seni işe koymakla... Adamın hiçbir sorumluluğu kalmadı. İş falan aradığı da yok. Senin kazancın iyi, yetiyor diye yan gelip yatıyor. Hali gidişi iyi değil. Safiye şaşkın ve üzgün bir halde mırıldandı: - Ben ne yapabilirim ki Cahit ağabey, dinlemez beni, hem dinlemez, hem de döver işine karıştım diye... Daha bu sabah gelecek ayın parasını istememi söyledi. Neden diyecek oldum, demediğini bırakmadı. Ben ne yapayım söyleyin, bir akıl verin... Cahit acıyarak baktı onun yüzüne. İçi sızlamıştı: - Haklısın kızım, bazen böyle olur işte, bu memleket adamı böyle tepetaklak eder. Bizim gibi büyük şehir bilmeyen adamlar gelince şaşırır yolunu yordamını. Ben bir deneyeyim konuşmayı bakayım. Hayır, iş falan bir kenara, eğer o kağıt oynama işini alışkanlık ederse o fena. Adamın ocağı kurur yahu! Safiye ağlamaklı olmuştu. Cahit başını salladı: - Neyse, sen üzme canını... Ben konuşurum onunla. Sen hiç bilmiyormuş gibi yap. Canını yakmasın. Sonra saatine baktı: - Epey olmuş saat, ben şuradan yürüyeyim, senin de araban gelir şimdi. Haydi hoşça kal... - Güle güle Cahit ağabey, Gülizar ablama selam söyle... Adam hızlı adımlarla uzaklaştı. Safiye içinde bir çığ gibi büyüyen huzursuzluğunu nasıl gidereceğini bilemeden gelen minibüse bindi. Her şey düzene girdi derken tepetaklak olmuştu duyduklarıyla. Çalışmaktan asla şikayetçi değildi. "Ölene kadar çalışırım" diyordu kendi kendine. Yeter ki kimseye muhtaç olmasınlar, çocuğunu sıkılmadan büyütebilsinlerdi. Çalıştığı eve geldiğinde beyninin içi karmakarışıktı. Yine de Hülya hanıma hiçbir şey belli etmemeye, sıkıntısını söylememeye karar verdi. Eğer anlatırsa asla isteyeceği parayı vermezdi. O zaman da kabak kendi başına patlar, akşam Halil'in yapacaklarını yaşamak zorunda kalırdı. Anahtarıyla girdi eve. Hülya hanım daha uyanmamıştı. Oğlunu yatırdı. Mutfağa geçip bulaşıkları yıkadı. Beyninin içinde binbir düşünce dolaşıyor, çaresizlik içinde ne yapacağını bulmaya çalışıyordu... *** Halil kahveden içeri girer girmez, dipteki masalardan birinde oturan sarışın adamın yanına gidip sandalyeyi çekti, teklifsizce oturdu. Eliyle çay ocağına da bir çay getirmesi için işaret ettikten sonra döndü: - Haberler nasıl Tamer kardeş? - Haber sende aslanım, sana dediğim gibi parayı veren düdüğü çalar. Parayı getir, işin tamam. Pasaport falan bir şey değil, hemen hallolur o işler. - Parayı denkleştirmeye çalışıyorum Tamer kardeş, merak etme... DEVAMI YARIN