Saadet fırın tepsilerini temizledikten sonra tezgahın üzerine üst üste koydu. Birazdan çocuklar gelip alırdı. Dışarıda iki masa doluydu. İçeride hiç müşteri yoktu. Zaten bu saatlerde pek gelen olmazdı. Dışarıdaki masaların biri seslendi: - Bakar mısınız? Bana soğuk bir limonata lütfen. Saadet gülümsedi müşteriye: - Hemen geliyor efendim. Tezgahın arkasına geçip bardak aldı. O sırada girdi turistik eşya satan dükkanın çırağı içeriye. Kartı uzattı genç kadına hiçbir şey söylemeden. Saadet göz kırptı çocuğa: - Hayırdır, bu ne? - Bir ağabey verdi bunu size vermem için. Dudaklarını ısırdı Saadet, içinden bir şey kopmuş gibi oldu bir anda. Ne olduğunu, kimden geldiğini bile bilmediği bu kartta hayatını değiştirecek kadar önemli şeyler bulunduğunu sanki hissetmiş gibiydi. - Teşekkür ederim canım, diyerek bir poğaça uzattı küçük çırağa. Çırak kârlı bir iş yapmış olmanın sevinciyle fırladı poğaçasını alıp. Hem kartı getirdiği için o genç adamdan para almıştı, hem de buradan poğaça. Saadet kartı elinde tutuyor, bakmaya cesaret edemiyordu. Önce müşterinin limonatasını verdi. Sonra içeri girip tezgahın arkasına geçti. Kartın arkasındaki yazı aceleyle yazıldığını belli ediyordu: "Saadet, beni affedeceğini umuyorum. Olmadı, olmuyor, olmayacak. Buradaki hayatın bana göre olmadığını anladım. Yanılmışım. Boşanma işlemlerini en kısa zamanda hallederiz. Sana mutluluklar. Cüneyt!.." Acı ve hayretle güldü: "Ne yani bu kadar mı? Aman Allah'ım, bu kadar mı?!." Şaşırmıştı. Böylesine bir haksızlığı kabullenmek çok zordu. Ne hissettiğini tahlil etmeye uğraştıysa da bulamadı. Öfkeli miydi, üzgün müydü, sevinmiş miydi? Çaresiz miydi? Hiçbir şey bilemiyordu. Dışarıdaki müşterilerin kalktığını gördü ve koşarak yanlarına gitti, hesabı aldı, gülerek yolcu etti onları... Akşama kadar bu şekilde çalıştı. Karta bir daha elini sürmemişti. Akşam mesaisi bitince ağır adımlarla yürüdü sahil boyunca. Hafize Ana birkaç günlüğüne İzmir'e gitmişti. Yaşlı kadının yeni evliler evde rahat etsinler, diye gittiğini biliyordu. Huzursuzlukları bu yüzdendi. Cüneyt'in ev bulmak için dahi en ufak bir çaba sarf etmemesi ağırına gidiyordu. İnsanları durduk yerde tedirgin etmiş olmaktan, yaşlı kadıncağızı zorunlu olarak evinden uzaklaştırmaktan fevkalade rahatsız olmuştu. Eve geldi. Sedirin üzerine oturdu. "Hata sadece benim... Bunun tek suçlusu benim. Başka kimse değil. Neye inandım, neye kapıldım bilmiyorum. Nasıl böyle aptal olabildim!.." Ağlamaya başladı. Gözyaşları Cüneyt gittiği için değil, içine düştüğü durum içindi. Yitirdiği şeyler vardı. En başta insanlara güvenini yitirmişti. Hayata inancını yitirmişti. Şimdi sırtında çok daha ağır bir yük vardı. Evlenip ayrılmış bir kadın olarak yaşamanın yükü. Bütün bunları taşıyabilecek gücünün olmadığından korkuyordu. Haykırdı gözyaşları arasında: "Ne istedin benden Cüneyt, kendi halimde yaşayıp giderken ne istedin benden?!." > DEVAMI YARIN