Hava güneşliydi... İlkbaharın pırıltılı güneşi sabahın ilk saatlerinden itibaren kendini göstermeye başlamış, berrak, bulutsuz gökyüzünde ışıldıyordu. Neriman çöpleri döktükten sonra alışveriş faslını bitirmiş, merdiven temizliği yapıyordu. Aklı kızlarındaydı. İpek ve Gül bu sene liseye başlamışlardı. Oturdukları apartmana yürüyerek on beş dakikalık bir mesafedeki liseye gidiyorlardı. İlk öğretimi problemsiz bir hâlde bitirmişlerdi. Her ikisinin de karnelerinin yanında takdir belgesi de gelmişti. Ama kızlar artık büyüme aşamasına girdikleri için zaman zaman problemler yaşıyorlardı. Özellikle Gül içine kapanık bir kız olmuştu. İnsanlara uzak bir yapısı vardı. İpek ise daha girgindi. Neriman çocuklarını en iyi yetiştirmek için canını dişine takıyordu. Ama onu tedirgin eden şey her iki kızının da bulundukları sosyal konumdan hoşlanmamalarıydı. Özellikle İpek bunu belli ediyor, hep daha farklı, daha üst düzeyde bir hayatı hayal ediyordu. Neriman kendine itiraf etmeye dahi çekindiği bir şeyin farkındaydı. Her iki kızı da annelerinin bir kapıcı olmasından utanıyorlardı. Otoriter olduğu kadar sevgi dolu bir anne olmuştu yavrularına. Hayattaki tek gayesi kızlarıydı. Onlara sürekli olarak Doktor Elif'i örnek gösteriyordu. - Bakın Elif Teyzenize!.. Okumuş, koskoca profesör... Elif Hanım, on sene önce profesör olmuştu. Bulunduğu servisin başkanıydı. Bu sene üniversitede dekanlığa oynuyordu. Ekrem Bey ve Melahat Hanım ise iyice yaşlanmışlardı. Hâlâ Neriman'a kendi kızları gibi davranıyorlar, onun başı sıkıştığı anda bir ana baba gibi yardımına koşuyorlardı. Neriman belini tutarak kafasını kaldırdı. Yorulmuştu. Artık eskisi gibi iş göremiyordu. Daha otuz beşine gelmemişti ama yıllar çabuk yıpratmıştı genç kadını. On beş senedir hiç kimseden hiçbir haber almamıştı. Ananasının babasının sağ olup olmadıklarını dahi bilmiyordu. Hiç aramamıştı. İçindeki kırgınlık hâlâ derinlerde bir yerde duruyordu. Zaman zaman düşünceleriyle kanatıyordu o yarayı ama karakterinde var olan gurur her şeye engel oluyordu. Birkaç kere düşünmüştü kızlarını alıp da köye gitmeyi. Anasını, babasını görmeyi ama son anda hep vazgeçmişti. Yıllar o kadar çabuk geçmişti ki... Kendi kendine düşündü: "On seneye kadar emekli olacağım. Kızlar da bir baltaya sap olurlar o zamana kadar. Bundan sonrasında başka bir beklentim yok, hayırlısıyla okuyup çıksınlar, bir de güzel evlilikler yaparlarsa ben de yaşlılığımda torun bakarım artık..." Saate baktı. Neredeyse öğle olmak üzereydi. Aceleyle sarıldı süpürgesine. Birazdan Gül ve İpek gelirlerdi. Akşamdan yapmıştı yemeğini. Öğleden sonra fazla bir işi yoktu. "Onlar ders çalışırken ben de örgümü örerim..." diye düşündü. Sadece yedi numara için tesisatçıya haber verecekti. Çeşmelerinde bir akıntı vardı. Temizlik işini bitirdikten sonra başörtüsünü taktı. Hızlı adımlarla yürüdü çarşıya doğru. Tesisatçı Mustafa Efendinin dükkanına girdi: - Hayırlı günler Mustafa Usta. Bir ara bize kadar gelsen, yedi numaradaki bankacıların çeşmesinde bir arıza varmış. Haber saldılar sabahtan. Öğleden sonra evdelermiş. Mustafa gülümsedi: - Oldu bacım, merak etme sen, kızlar nasıl? - Ellerinden öperler. Okulda onlar, birazdan gelirler. Dönerken biraz meyve ve ekmek aldı. Hızlı adımlarla yürüdü. Kızların okulu dağılmak üzereydi... > DEVAMI YARIN