Faruk son derece durgundu. Handan gittiğinden beri öfkesini saklamaya çalışıyor, küçük kızının Handan'la ilgili en ufak bir kelime dahi konuşmasına müsaade etmiyor ve şiddetle bağırıyordu. Kendini işine vermeye çalışıyordu. O sabah her zamankinden erken gelmişti ofisine. Âdeta kaçar gibi çıkmıştı evden. Hiçbir yere sığmadığının farkındaydı. Sabah dokuzu biraz geçe ofisin kapısı açıldı ve Turgay girdi içeriye. Gelip Faruk'un masasının karşısındaki koltuğa oturdu teklifsizce: - Nasılsın Faruk? Omuzlarını kaldırdı genç adam: - İyiyim, merak etme. Bir hata yaptım ve bedelini ödedim. Bundan sonra hayatıma bir tek kişi bile dahil olmayacak. Kimseyle yaşamak istemiyorum. Kızlarım bana yeter! Turgay manalı bir şekilde güldü: - Kızların yanında ebediyen kalacak değil, evlenip gidecekler. Başını salladı Faruk: - Hiç önemli değil. Gitsinler. Ben kendime yeterim. İnci'nin anıları bana yeter. Turgay Faruk'un masasına doğru eğildi: - Sen bu olanlara gerçekten inanıyor musun? Faruk gözlerini açtı: - Neye? Kendi gözlerimle gördüm aşk mektubunu Turgay! Daha ne olsun? O kadının adına yazılmış, bu kadar da saf değilim herhalde... - Peki sorguladın mı? Ne dedi Handan? Umursamaz bir tavırla dudak büktü Faruk: - Ne diyecek, inkâr etti tabii. İtiraf edecek yürek olsa onda zaten böyle bir şey yapmaz. Aptal gibi aldatılmışım. Ben bir hayat kurmaya çalışırken hanımefendi âşığıyla benim arkamdan gülüyormuş. Aptalım ben tabii... İnandım... Turgay arkasına yaslandı: - Bence bu işi kurcalaman lazımdı Faruk! Buna ben inanmıyorum... Genç adam hiddetlenmişti: - Ne yani? Bunu temize çıkartacak bir tek sebep söyle bana Turgay? Kadının dolabında bir mektup bulunuyor. Soruyorum, inkâr ediyor. Üzerinde adres olsa postacı getirdi diyeceğim, hizmetçiye soracağım. Belli ki elden verilmiş. Turgay gözlerini kıstı: - Elden mektubu verebilen bir adam neden yazsın, istediğini yüzüne söyler... Faruk alaycı bir tavırla güldü: - Vardır iş birlikçileri, onlar vasıtasıyla ulaşmıştır hanımefendiye âşığının mektubu!.. > DEVAMI YARIN