Patron ipekli ropdöşambrının kuşağını bağlayarak elindeki puroyu tablaya bıraktı ve Sermet'in yüzüne dikkatle baktı: - Demek bir oğlun var... Anası nerede bunun? Sermet yüzünü buruşturdu: - Anası yok beyim. Ayrıldık anasıyla... Hani dedim çocuk isteyen binlerce kişi var. Vereyim iyi bir yere. Patron başını salladı: - İyi de "ha" deyince verilmez öyle. Bu işler risk taşır. Bir de buna bulaşmayalım. Buluruz ona bir yer. Sen şimdi hemen pasaport işlemlerine başla. Yarın Fikri'yle birlikte çarşıya çık. Üzerine adam gibi bir şeyler al. Pasaportun çıkar çıkmaz gideceksin. Sana işin detaylarını sonra anlatacağız. Şimdi git şu veledi getir. Bırak bize. Burada bakılır, bir yer bulur yerleştiririz. Bakacak birini buluruz elbet. Burada çalışan onlarca kişi var. Veririz onlardan birine. Evlerinde bakılır gider. Sermet memnun olmuştu: - Teşekkür ederim beyim. Bilseydim böyle başımda kalacağını, anasının yanından almazdım hiç. Başıma dert etmezdim ama ne bileceksin!.. Patron tombul elini kaldırdı: - Tamam, uzatma, haydi şimdi git çocuğu getir buraya. Yarın da gidip dediklerimi yaparsın. Sermet geri geri çıktı kapıdan. Koşar adımlarla fırladı sokağa. Bu işi de halletmişti. Bir taksi çevirdi ve kaldığı otelin adresini verdi. Alper bütün gün tek başına otel odasında kalıyordu. Babasını görünce korkuyla büzüldü yatağın üzerinde. Sermet aceleyle topladı eşyalarını. Sonra küçük çocuğa döndü. - Haydi kalk bakalım, gidiyoruz. Küçük çocuk yarım konuşmasıyla çekinerek sordu: - Anneme mi gidiyoruz? Sermet hırsla bağırdı: - Ne annesi be! Anne manne yok artık. Yeni evine gidiyorsun. Adam gibi otur orada bak kemiklerini kırarım senin. Kılının kıpırdadığını görmeyeceğim, duymayacağım. Çocukla beraber lobiye indi. Hesabını kapattı. Bir taksi daha çağırdı ve patronun evine doğru yola çıktı. Geceyi orada geçirdiler. Patronun yanında çalışan beş kişiyle birlikte bahçedeki müştemilatta yattılar. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra uzun boylu, zayıf, elmacık kemikleri çıkmış bir adam geldi ve Alper'i aldı. Sermet birkaç saniye baktı oğlunun arkasından. Onu bir daha hiç görmeyecekti. Alper gittikten sonra omuzlarından binlerce kilo ağırlığında bir yük ayrılmış gibi rahatlamıştı. Fikri denilen adamla arabaya binip çarşıya çıktılar. Kendisine iki takım elbise, kazak, pantolon ve ihtiyacı olan diğer malzemeleri aldılar. Oradan pasaport işlemleri için emniyete gitti. Her şey tereyağından kıl çeker gibi oluyordu. Müracaatını yapmış ve onay beklemeye başlamıştı. Tekrar patronun köşküne döndü. Gereken izahatı verdikten sonra dinlenmek için kaldıkları müştemilata gitti. Bedeni uyuşturucuya iyice alışmıştı. Orada çalışanlarla birlikte âlem yapmaya başladılar. Hayatından memnundu. Ne Alper'i, ne Azize'yi, ne de Harun'u düşünüyordu. Onun aklındaki tek şey Almanya'da kazanacağı paralardı artık. Heyecandan yerinde duramıyordu. > DEVAMI YARIN