Kamburlaşmış bir adam açtı kapıyı!

A -
A +

Aliye titreyen adımlarla doğup çocukluğunun geçtiği eve doğru ilerliyordu. Necla Hanımın elini sımsıkı tutmuştu. Bahçe kapısının önüne gelince acı bir tebessümle baktı etrafına. Hiçbir şey değişmemişti. Sanki şimdi bahçe kapısını açıverecek gibiydi annesi. Yutkundu. Güç almak istermişçesine Necla Hanıma baktı ve sonra kararlı bir şekilde bahçe kapısına vurdu iki defa. Beklemeye başladılar. Hiç ses gelmiyordu içeriden. Bir kez daha vurdu biraz daha kuvvetlice. Çok geçmeden tıkırtılar duyuldu içeriden. Bahçe kapısı gıcırtıyla açıldı. Yaşlı, sakalları uzamış, hafif kamburlaşmış bir adam açtı kapıyı, sert bakışlarla süzdü gelenleri: - Ne var? Ne istiyorsunuz? Necla Hanım gülümsedi: - Merhaba Davut Efendi, tanıdın mı beni? Gözlerini kıstı yaşlı adam. Yüzünde derin çizgiler oluşmuş, çok yaşlanmıştı. Gözleri çukura kaçmış, yüzü kararmıştı sanki. Dikkatle baktı Necla Hanıma: - Tanımadım, ne istedin? - Ben Necla Davut Efendi. Eskiden bu köyde öğretmendim. Hatırladın mı? Davut bir daha baktı kadının yüzüne. Sonra başını salladı: - Bildim. Hoş gelmişsin. Ne istedin benden? Neden geldin? Necla Hanım aldırmadı, bahçe kapısını eliyle iterek girdi içeriye: - Aşk olsun Davut Efendi, haklısın pek geçinemezdik ama onca yıl hukukumuz var, insan böyle mi karşılar. Bak bakalım sana kimi getirdim, tanıyacak mısın acaba? Davut şaşırmıştı. Anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. Gözleri Necla Hanımın arkasında duran uzun boylu mavi gözlü genç bayana takılmıştı. Aliye titreyerek yaklaştı. Davut'un elini yakaladı, öpüp başına koydu: - Baba!.. Ben Aliye... Davut'un yüzünden sanki bir rüzgar geçmiş gibi oldu. Daha çok karardı ve gözbebekleri büyüdü bir anda. Dikkatlice bakıldığında dudaklarının titrediği görülüyordu. Aliye babasının elini öptükten sonra sordu: - Nasılsın baba? Davut zor anlaşılır bir şekilde mırıldandı: - İyiyim, iyiyim... - Gel haydi, içeri girip oturalım. Konuşalım baba... Yaşlı adamın duyguları karmakarışık olmuştu. Suçluluk duygusunu saklamak istiyor, o yüzden hiç gereksiz bir sertlikle tavır takınıyordu. Hiçbir zaman duyguları tanımamış, duyguları yaşamasını bilememiş bir insan olarak ne yapacağını şaşırmıştı. Aliye onun koluna girdi. Yavaşça yürüdüler eve doğru. Bir süre sonra hepsi oturma odasındaydı. Ev harap bir haldeydi. Yer yer sıvaları dökülmüş, rutubet duvarları karartmıştı. Ağır bir koku vardı evin içinde. Aliye babasına döndü: - Seni alıp götüreyim mi baba? Gelir misin benimle? Burada yaşayamazsın. Ben avukatım. Okudum baba. Seni yanıma alayım. Biliyor musun Hüseyin ağabeyimi buldum. Şimdi ceza evinde ama çıkacak. Davut solmuş dudaklarını yaladı dilinin ucuyla. Şaşkındı ve ne diyeceğini bilemiyordu. Usulca fısıldadı: - Aliye... ah Aliye!.. >DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.