Faruk hızla çıkıp giden Nihal'in arkasından üzgün gözlerle baktı. Genç kadın bir anda gözden kaybolmuştu. Arkasına dayandı ve bardağındaki son neskafe yudumunu da içti. Eliyle işaret edip garsonu çağırdı ve hesabı ödedi. Rahatlamıştı. En azından umduğundan daha kolay olmuştu bu ayrılık kararını Nihal'e bildirmek. Fazla uzamamış, iş hesaplaşmalara dökülmemişti. Zaten Nihal öyle bir kız değildi. Para yardımı teklifini yaptığı için bir an pişman olmuştu ama yine de fazla üzerinde durmadı. Pastaneden çıkıp arabasına giderken kendini kuş gibi hissediyordu. Şaşkınlıkla hislerini sorguladı. Öyle fazla üzülüp mesele yapmamıştı olanları. Sadece yoğun olmayan bir suçluluk duygusu yaşamıştı bir an için. "Ben bu kızı o kadar da çok sevmiyormuşum demek ki..." diye geçirdi içinden. Bu her şeyi daha da kolaylaştırıyordu. Bu tespitten sonra daha da huzurlu bir şekilde arabasına binip gaza bastı. Babasının şirketine doğru çevirdi direksiyonu. En doğru kararı verdiğine inanıyordu. Bilinç altında ne zamandır yatmakta olan düşüncelerini hayata geçirmiş olduğunu düşündü. "Ne hissettiğimi, ne düşündüğümü kendi kendime itiraftan korkuyormuşum demek ki... diye geçirdi içinden. Bütün bunları düşünürken dikkatinin hepsini yola vermişti. Biraz sonra şirketin otoparkına arabasını park ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi neşe içinde, koşar adımlarla merdivenlere doğru yürüdü. Haşmet Beyin şirket binası kendisine aitti. Geniş bir arazi üzerine kurulmuş olan bina iki katlıydı. Son derece düzgün bir çevre düzenlemesi vardı. Kapıdaki güvenlik kulübesinin yanındaki direklerde Türk bayrağı ve şirketin ambleminin olduğu beyaz bir bayrak dalgalanıyordu. Mermer merdivenleri çıkıp içeri girdi. Danışmadaki ufak tefek genç kız saygıyla gülümsedi: - Hoş geldiniz Faruk Bey... - Hoş bulduk, babam yukarıda değil mi? - Evet efendim, birazdan yönetim kurulu toplantısına girecek. Faruk gülümseyerek teşekkür ettikten sonra asansör yerine merdivenleri tercih ederek ikişer ikişer çıktı basamakları. Uzun koridoru hızlı adımlarla geçti. En dipteki gösterişli kapının önüne geldiği zaman durup ceketini silkeledi ve yavaşça tıklattı kapıyı. İçerisi bej renginin hakim olduğu bir odaydı. Neredeyse tavana kadar yükselen iki tane kauçuk saksısının ortasındaki kahverengi masada son derece bakımlı, otuz beş kırk yaşlarında, gözlüklü bir hanım oturuyordu: - Ümran Hanım günaydın... Kadın hemen ayağa fırlayıp elini uzattı: - Hoş geldiniz Faruk Bey... Nasılsınız? - Teşekkür ederim, babam içeride mi? - Tabii. Ben haber vereyim. Sağ taraftaki dört raflı masayla aynı mobilyadan yapılmış kütüphanenin yanındaki kapıyı çalıp başını uzattı: - Haşmet Bey, Faruk Bey geldiler. Kenara çekilerek genç adam yol verdi. Faruk neşe içinde yaklaştı babasının masasına: - Günaydın babacığım, sana uğramamı söylemişsin, geldim. Haşmet Bey sevgiyle gülümsedi oğluna. Ona baktıkça kendi gençliğini hatırlıyordu... > DEVAMI YARIN