Ahmet Fazıl Bey şoförü Bahadır'a "iyi akşamlar" dileyerek köşkün merdivenlerinden ağır adımlarla çıktı. Uşağı Tahir daha o arabadan iner inmez kapıyı açmış, bekliyordu: - Hoş geldiniz beyefendi... - Hoş bulduk Tahir. Herkes evde mi? Tahir saygılı bir tavırla başını kaldırdı: - Belkıs Hanım ve Leyla Hanım evdeler efendim. Salonda oturuyorlar. Nazım Bey henüz gelmedi. Başını salladı yaşlı adam. Evde sevmediği bu insanlarla birlikte olmaktan huzursuzluk duyuyordu. Onların hiçbirisini kendisinden görmüyor, kendisini yabancı hissediyordu. Kendi evinde böyle hissetmek ağır geliyordu Fazıl Beye. Salon kapısından başını uzattı: - İyi akşamlar! Dedi kısaca. Belkıs Hanım mırıldanarak cevap verdi. Leyla ise umursamadı bile. Fazıl Beyin her zaman oturduğu koltuğa oturmuş, ayaklarını Safiye Hanımın özel olarak Hindistan'dan getirttiği sehpanın üzerine uzatmış, kulağında walk-man, müzik dinliyor, kucağındaki çerez kabından çerez yiyordu. Fazıl Bey sinirlenmişti. Öfkeli bir şekilde girdi salona ve Leyla'nın tam karşısına dikildi: - Kızım, ayaklarını çek o sehpanın üzerinden. Orası ayak konulacak yer değil... Belkıs dudaklarını ısırdı. Kızına dönüp sert bir sesle bağırdı: - Leyla, çek ayaklarını, bu evde oturup kalkarken bile izin alacaksın unuttun mu? Fazıl Bey ters ters baktı gelinine. Bir şey söylemeden çıktı salondan. Nefret ediyordu böyle ortamlardan. Bu kadını köşke hanımefendi olarak getirdiği için oğlu Nazım'a diş biliyor, öfkesinden çıldıracak gibi oluyordu. Her yaşlı insanda olduğu gibi hatıraların büyük önemi vardı onun için. Bütün hayatı boyunca sahip olmaktan gurur duyduğu sevgili eşinin hatıralarını bu kadar horlayan insanların onun yanında yeri olamazdı. Çalışma masasına oturup başını ellerinin arasına aldı. Bunca servetin içinde ne kadar mutsuz olduğunu düşündü. Masanın üzerindeki kenarları yaldızlı çerçevenin içinden çaresizce kendisine gülümseyen eşinin resmine baktı. Usulca fısıldadı: - Çok yalnızım Safiye... Çok yalnızım... Arkasına yaslandı. Beyninin içini bir kurt gibi kemiren düşüncelerin içinde boğuluyordu. Yıllar önce yüzüne bile bakmadan terk ettiği torununu düşündü. Yüreğinin bir yerinde bu rahatsızlığı hep yaşamış ama gençlik yıllarında bu huzursuzlukla birlikte yaşamasını becermişti. Şimdi ise yapamıyordu. Bu davranışının hesabını âhirette veremeyecek olmaktan korkuyordu. Bütün bu düşüncelerin içinde yoğrulurken çalışma odasının kapısı açıldı ve Nazım içeri girdi: - Baba, şu işi bir açıklığa kavuşturalım. Yine esip gürlemişsin Belkıs'la Leyla'ya!.. Ahmet Fazıl Bey gözlerini kısarak baktı oğluna: - Bana bak! Burası benim evim... Burada nasıl yaşanacağına ben karar veririm. O kadar rahatsızsanız çeker gidersiniz tamam mı? Utanmadan gelip bana hesap soramazsın sen. Onlar da kim oluyormuş? Benim eşyalarımı, benim evimi benim kurallarımla kullanacaklar. Yoksa kapı açık. Sen de onlarla birlikte çeker gidersin. Tutan yok kimseyi! Nazım şaşırmıştı. Böyle sert bir tepki beklemiyordu. Bir şey söylemeden kapıyı kapatıp oradan uzaklaştı... > DEVAMI YARIN