Faruk Şahin on yedi yıl önce evlenmişti İnci'yle. Çok konuşulan, destansı bir aşka imza atmışlardı... İnci emekli bir kaymakamın kızıydı. Üniversiteye girdikleri sene tanışmışlardı. İlk görüşte aşktı onların yaşadıkları... Faruk'un annesi karşı çıkmıştı bu beraberliğe. Çok uğraşmıştı oğlunu kapıldığı bu sevdadan döndürmek için ama başaramamıştı. Resti çekmişti Faruk. Ya İnci'yle evlenirdi ya da çekip gurbet ellerine gider, bir daha da dönmezdi. Sonunda çaresiz kabul etmişti Şaheser Hanım. Gençler üniversite üçüncü sınıfta nişanlanmışlar, okul biter bitmez de evlenmişlerdi... Faruk askerliğini yaparken kendi anne ve babasıyla kalmıştı İnci. Çok geçmeden de büyük kızları Funda doğmuştu. Faruk ve İnci mimardı. Genç adam askerden döner dönmez karı koca birlikte çalışacakları bir büro açmışlar, kısa bir zaman sonra da mesleklerinde aranır insanlar olmuşlardı. Çok para kazanmaya başlamışlardı. Son derece mutlu bir hayatları vardı. Mali durumları sıradan insanların çok üzerine çıkmıştı. Mükemmel bir ev yapmışlardı kendilerine Boğaz'a karşı. Büyük bir bahçe içinde üç katlı bir köşktü bu. Boğaziçi Köprüsünün sırtlarında itinayla inşa edilmişti. Planını karı-koca birlikte çizmişlerdi. Beş sene sonra da küçük kızları Fulya dünyaya gelmişti... Sonra sanki birden bir karabasan çöktü ailenin üzerine!.. İnci vücudundaki kitleyi ilk fark ettiği gün sanki dünya başına yıkılmış gibi olmuştu. Ardından doktor doktor dolaştılar. Kemoterapi tedavileri, çılgınca arayışlar maalesef acı sonu engelleyememişti... Hastalandıktan bir sene sonra hayata veda etti genç kadın. Ardında yıkılmış bir eş ve harap olmuş iki kız çocuğu bırakarak göçüp gitmişti... Faruk bu kâbus gibi geçen bir sene zarfında kendisini bu sona alıştırmaya çalışmıştı. Güçlü görünmek için çabalamış, kendini güçlü olduğuna inandırmak için gayret etmişti. Ama kaçınılmaz son geldiğinde bütün bu uğraşılarının faydasız olduğunu görmüştü. Sanki bir canavarın eli göğsünü parçalayıp yüreğini söküp çıkarmış gibi hissediyordu... Çok konuşmayı seven bir adam değildi. Duygularını fazla belli etmekten hoşlanmazdı. Onu anlayabilmek için çok iyi tanımak gerekiyordu ve bu işi en iyi yapan insan rahmetli karısı İnci'ydi. Kendisini yapayalnız hissediyordu artık. Okyanusta bir kum tanesi kadar küçücük kalmıştı... Başını kaldırıp arkadaşına baktı yaşlı gözlerle. Konuşmaya mecali bile yoktu... DEVAMI YARIN