Ko­şar a­dım­lar­la ­git­ti e­vi­ne...

A -
A +

Kon­fe­rans bir bu­çuk sa­at sür­müş­tü. Coş­kun hay­ran­lık­la din­le­miş­ti Mit­hat Ak­yay­la'yı. Ger­çek­ten un­va­nı­nı hak eden bir bi­lim ada­mıy­dı. Kon­fe­rans son­ra­sı Ve­dat Ho­ca ye­ni­den ça­ğır­dı Coş­kun'u: - Ak­şam ho­ca­yı ye­me­ğe gö­tü­re­ce­ğiz. Ai­le­si de bu­ra­da. Bi­zim ha­nım da ge­le­cek. Se­nin de gel­me­ni is­ti­yo­ruz. Ho­ca ken­di­si de is­te­di se­nin ka­tıl­ma­nı. Coş­kun he­ye­can­lan­mış­tı: - Şe­ref du­ya­rım ho­cam, ta­bi­i ki ge­li­rim. - Ta­mam, o za­man sa­at se­kiz­de, İn­ci­ral­tı'nda­ki Al­tın Ba­lık res­to­ran­da­yız. Ora­ya ge­lir­sin. Coş­kun he­ye­can için­de ser­vi­se dön­dü. Bu bu­lun­maz bir şey­di. Tür­ki­ye'nin de­ğil dün­ya­nın en­der bi­lim adam­la­rın­dan bi­ri olan Mit­hat Ak­yay­la ile ay­nı sof­ra­da ola­cak­tı. Sa­at beş­te me­sa­isi bi­ter bit­mez fır­la­dı has­ta­ne­den. Oku­lu bi­ti­rin­ce Nar­lı­de­re'de kü­çük bir ev ki­ra­la­mış­tı. Bir oda bir sa­lon­dan mü­te­şek­kil evin­de sa­de, maz­but bir be­kâr ya­şan­tı­sı sü­rü­yor­du. Ba­zen an­ne­si Mü­şer­ref Ha­nım ge­li­yor, evi te­miz­li­yor, ye­mek­ler ya­pı­yor, ça­ma­şır­la­rı­nı yı­kı­yor, dü­ze­ne ko­yup gi­di­yor­du. Za­ten ter­tip­li bir ço­cuk­tu Coş­kun. Has­ta­ne­ye ya­kın­dı evi. Ko­şar adım­lar­la git­ti evi­ne. He­men bir duş al­dı, tı­raş ol­du. Bir tek ta­kım el­bi­se­si var­dı. Özen­le çı­kart­tı do­lap­tan el­bi­se­si­ni. He­men ütü ma­sa­sı­nı kur­du ve dik­kat­le ütü­le­di pan­to­lo­nu­nu. Te­miz bir göm­lek çı­kart­tı. Bu­ruş­ma­mış­tı ama onu da ütü­le­di. Kra­va­tı­nı seç­ti. Her şey ha­zır­dı. Ce­bin­de­ki pa­ra­sı­na bak­tı. Her ih­ti­ma­le kar­şı ken­di­si­ni mah­cup et­me­ye­cek ka­dar pa­ra­sı da var­dı. He­ye­can için­de za­ma­nın dol­ma­sı­nı bek­le­me­ye baş­la­dı. Sa­at he­nüz al­tı bu­çuk­tu. "Ye­di bu­çuk­ta çık­sam bol bol ye­ti­şi­rim..." di­ye dü­şün­dü. Otur­ma oda­sın­da­ki ka­ne­pe­ye uzan­dı. Bir der­gi al­dı eli­ne. He­ye­can­dan oku­ya­mı­yor­du bi­le. El­le­ri­ni ba­şı­nın al­tı­na yas­tık yap­tı. Gı­cır­dı­yor­du ka­ne­pe. Yah­ya Be­yin ikin­ci el eş­ya sa­tan bir ar­ka­da­şın­dan al­mış­lar­dı eş­ya­la­rı. As­lın­da uy­ku­suz­du. İki ge­ce ön­ce nö­bet­çiy­di has­ta­ne­de ve ha­re­ket­li bir ge­ce ya­şa­mış­tı. Ye­ni ame­li­yat­lı üç has­ta­sı var­dı. Bu se­bep­le bü­tün bir ge­ce bo­yun­ca top­lam bir bu­çuk sa­at ka­dar uyu­ya­bil­miş­ti. Bir gün ön­ce de her za­man­ki gi­bi eve ge­lin­ce ki­tap oku­ma­ya dal­mış, yi­ne geç yat­mış­tı... Ye­di­de kalk­tı uzan­dı­ğı yer­den. Dik­kat­le gi­yin­di. Ay­na­da son bir kez ken­di­ne ba­kın­ca gü­lüm­se­di. Be­ğen­miş­ti ken­di­si­ni. Çok ya­kı­şık­lı bir genç ol­muş­tu Coş­kun. Si­yah dal­ga­lı saç­la­rı­nı ge­ri­ye doğ­ru ta­ra­dı. İn­ce çer­çe­ve­li uzak göz­lük­le­ri­ni tak­tı. Ha­zır­dı. Ev­den çı­kıp du­ra­ğa yü­rü­dü. Tak­si­ye bin­mek ge­rek­siz bir mas­raf­tı şim­di. Oto­büs­le Bal­ço­va'ya, ora­dan da İn­ci­ral­tı'na gel­di. Ta­le­be­li­ği bo­yun­ca İn­ci­ral­tı yurt­la­rın­da kal­dı­ğı için iyi bi­lir­di bu­ra­la­rı. Al­tın Ba­lık Res­to­ran sa­hil­dey­di. Sa­at se­ki­ze beş var­dı. Adım­la­rı­nı hız­lan­dı­ra­rak iler­le­di. Bol ışık­lı res­to­ra­nın önü­ne gel­di­ği za­man üs­tü­nü ba­şı­nı bir kez da­ha dü­zelt­ti ve içe­ri gir­di. Çok ka­la­ba­lık de­ğil­di me­kân. Bir gar­son ya­nı­na yak­laş­tı. Tam o sı­ra­da cam ke­na­rın­da­ki bir ma­sa­dan el sal­la­yan Ve­dat Be­yi gör­dü, gü­lüm­se­ye­rek o ta­ra­fa yö­nel­di... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.