Payidar gözlerini açtığı zaman dışarıdan gelen yağmurun sesi ve havanın karanlığı karşısında şaşkınlıkla bakındı etrafına. Uykusunu alamamış gibi bir hali vardı. Bir süre tembel tembel yatmaya devam etti. Kapının hafifçe vurulduğunu duyduğu an yeniden içi geçmek üzereydi. Şefika Hanımın başı kapı aralığından görününce sıkıntıyla yüzünü buruşturdu: - Tamam anne! Kalkıyorum... - Kahvaltıyı hazırladım kızım... Saat sekize geliyor... Payidar hızla fırladı yataktan: - Sekiz mi? Eyvah, geç kaldım! Şefika Hanım tülbendini düzeltip kızının yatağına doğru ilerledi: - Sen giyin kızım, ben toplarım buraları.... Sonra merakla sordu: - Bugün nereye gideceksin sen? Dışarıda öyle kötü bir hava var ki... Ben ders çalışacaksın diye düşünmüştüm... Çıkma istersen bu havada... Payidar sinirli bir şekilde cevap verdi annesine: - Anne, işim var... Çıkmam lazım. Bir görüşmem var. İş için... Şefika Hanım bir şey söylemeden içini çekti. Kızına da hak veriyordu aslında. İki senedir uğraşıyordu üniversiteye girebilmek için. Onun da umutlarının tükendiği an gelmişti. Boş boş oturmaktansa bir işe girip çalışmayı iyice kafasına koymuş gibiydi. Şefika Hanıma kalsa yılmadan mücadele etmesini isterdi. Ama şartlar öyle göstermiyordu artık. Payidar yirmi yaşına gelmişti ve hâlâ üniversite için çabalamak istemiyordu. Bunun tartışması çok yaşanmıştı evde. Şevket Bey de kızının çalışmasından çok okumasına taraftardı. Ama bu devirde gençlere laf anlatmak kolay değildi. Payidar ayağına bir kot pantolon geçirip mavi renkli bir kazak giydi. Omuzlarından dökülen saçlarını becerikli bir hareketle toplayıp bağladı. Aynaya baktı dikkatle, yanaklarına biraz allık sürdü. Kaşlarını düzeltti: - Babam evde mi? - Evde kızım, nereye gidecek bu havada... - Ben akşama gelirim artık. Oradan bir arkadaşa gideceğim... Ses çıkartmadı Şefika Hanım. Payidar çantasını kapıp oturma odasına geçti. Şevket Bey hâlâ pencere kenarındaki kanepede oturuyordu: - Günaydın baba... Hava berbat değil mi? Şevket Bey gülümsedi. Oldum olası en küçük kızına ayrı bir düşkünlüğü vardı. O hâlâ onun küçük bebeğiydi. Gülümseyerek izledi onun aceleyle bir şeyler atıştırmasını. Payidar birkaç lokma yedikten sonra babasına döndü: - Haydi babacığım! Ben gidiyorum. Şevket Beyin sormasına bile fırsat vermeden hızla çıktı odadan. Yağmurluğunu ve çizmelerini giydikten sonra kapıya gelen annesine döndü: - Merak etme olur mu, cep telefonum yanımda, bir şey olursa ararsın... > DEVAMI YARIN