Sermet kahveden çıktıktan sonra Murat Nehri boyunca yürümeye başladı. İlçeye taşınalı beş sene olmuştu. Beş senedir bir gün bile rahat yüzü görmemişlerdi. Dokuz senelik evliydi Kadriye'yle. Annesi, babası beğenip almışlardı... Nişana kadar yüzünü bile görmemişti. O zaman babası başlık parasını dört baş hayvan satıp vermişti. İlk zamanlar her şey iyiydi. Babasının sağlığında sıkıntı çekmemişlerdi. Ama Sermet babasını kaybedince her şey değişmişti. İki ağabeyi vardı daha önceden. Biri trafik kazasında biri de kalp krizinden ölmüştü. Ablası ise seneler evvel evlenip Muş'a gelin gitmişti. Yıllardır görmüyordu onu da. Babasının peşinden annesini de kaybedince kimsesi kalmamıştı. Kadriye'nin de evlendikten sonra anası ve ardından babası ölmüştü. Köyde artık yaşayamayacaklarını anlayınca karar vermişler ve ilçeye taşınmışlardı... Genç ilçesi Bingöl'e yirmi kilometre uzaklıkta, Murat Nehrinin içinden geçtiği, güneyinde Genç dağlarıyla çevrili şirin bir yerdi. Burada tutunmaya çalışmışlardı Sermet Kaya ve ailesi. Günlük inşaat işlerinde çalışmaya başlamış, iş bulduğu zamanlarda ailesine yetebilmiş, bulamadığı zamanlarda ise yokluğa katlanarak idare etmeye çalışmışlardı. Ama son bir senedir her şey değişmişti. Artık iş bulamaz olmuştu. Üç tane çocuğu vardı. En küçüğü dört yaşındaydı. En büyükleri olan Harun okula gidiyordu. Kızı Azize ise seneye başlayacaktı okula... Yetişemiyordu Sermet artık. Ekonomik sıkıntılar genç adamı agresif biri yapmış çıkmıştı. Evde hoşnutsuzluklar yaşanmaya başlamıştı... Uzun boylu, esmer bir adamdı Sermet. Birbirine yakın gözleri, kalın bıyıkları ve çıkık elmacık kemikleri ile sert bir görünüşü vardı. Zaafları olan, kişiliği tam oturmamış, dar düşünce yapısına sahip olan Sermet, son zamanlarda maddi sıkıntılarının da etkisiyle evine olan ilgisini azaltmış, karısına ve çocuklarına haşin davranışlar sergilemeye başlamıştı. Hızlı adımlarla yürüdü. İki aydır oturdukları evin kirasını verememişlerdi. Karısının köyündeki küçük bir toprak parçasından gelen üç beş kuruş yetmiyordu artık. Kafası kahvede konuşulanlara takılmıştı. Yavaş yavaş kararı kafasında şekilleniyor, İstanbul'a gitme fikrine aklı yatmaya başlıyordu... Eve geldiği zaman hızla vurdu tahta kapıya. Biraz sonra esmer, ufak tefek bir kadın açtı kapıyı. Hemen kenara çekildi ve duyulur duyulmaz bir sesle mırıldandı: - Hoş geldin... - Hemen iki lokma bir şeyler hazırla. Midem kazındı... Kadriye koşar adımlarla girdi mutfağa. Küçük tüpün üzerindeki tencereyi indirdi. Mis gibi bulgur kokusu yayıldı ortalığa. Bir tepsinin içine bakır sahanı koyup bulgur pilavıyla doldurdu içini. Tavanda asılı duran bakraçtan yoğurt boşalttı bir tabağa. Büyükçe bir parça tandır ekmeği koparttı yanına koydu. Yayık bir tabağa da turşu çıkarttı. Tepsiyi kucakladığı gibi odaya götürdü. Sermet Koca bir parça koparttı ekmekten. Kadriye ayakta bekliyordu. Hiç konuşmazdı zaten. Adam sert bir sesle bağırdı: - Su getir... Koşarak çıktı odadan genç kadın. Az sonra bir bardak suyla döndü. Sermet bir dikişte bitirdi suyunu. Ağzını elinin tersiyle kuruladıktan sonra karısına döndü: - İstanbul'a gideceğiz artık... Burada iş yok, güç yok. Senin köydeki toprağı satacağım. Gidip büyük şehirde şansımızı deneyelim. Bunaldım artık burada. Daraldım... Kadriye hiç sesini çıkartmadı; ama gözbebekleri hüzünle kısıldı!.. > DEVAMI YARIN